21 Aralık 2006

büyük gün yaklaştı


Az kaldı, kısa süre sonra Allah nasip ederse niyetlendiğimiz üzere hac farizasını yerine getirmek üzere hareket edeceğiz inşaalah. burda bayram şimdilik Türkiye'dekinden bir gün evvel olduğu için haftaya cuma günü güneşin batışından doğuşuna kadar arafatta milyonlarca insanla beraber ibadet edeceğiz inşaalah.

Siz blogcu arkadaşlarımı da unutmayacağım, Allah kabul ederse hepiniz dualarımda yer alacaksınız. sizler de duanızı esirgemeyin, Rabbim hayırlısıyla bir mani çıkarmasında niyetimizi yerine getirebilelim.

14 Aralık 2006

13 Aralık 2006

bütün güzellikler özlenir..

güzellikler içinde çekilen sıkıntı dahi özlenir..

güzellikleri içimizde yaşamaksa bizim elimizde..

Allah'ım! Ne günah işledim de bunu başıma verdin? (haşa)

bütün kainatı senin ayağına seren, bütün mahlukatı senin ihtiyaçların için halk eden ve sana musahhar eden, bütün yanlışlarına günahlarına rağmen seni bağışlama büyüklüğünde bulunan Zat'a karşı bu sözü utanmadan sıkılmadan söyleme gafletinde bulunan gözleri kör olmuş zavallılara hep birlikte acıyalım ve dua edelim.
insanoğlu nankördür. hayrı kendinden bilir, şerri Allah'dan..

10 Aralık 2006

küsmeyesin sakın..

yorgun düşmüş bedeni beklemekten
belki de ümit etmekten..

2 Aralık 2006

öyle mi?


leyleği havada gören gerçekten de çok mu gezer?

28 Kasım 2006

ALLAH İSTERSE HER ŞEY OLUR

24 Kasım 2006

23 Kasım 2006

güzel yazılar yayınlamalı

Hz. Ömer arkadaşlariyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler.
Derler ki :
-"Ey halife, bu aramizdaki arkadaş bizim babamizi öldürdü. Ne
gerekiyorsa lütfen yerine getirin."
Bu söz üzerine Hz.Ömer suçlanan gence dönerek :
- Söyledikleri doğru mu diye sorar , Suçlanan genç der ki :
-Evet doğru.
Bu söz üzerine Hz Ömer;
-Anlat bakalim nasil oldu diye sorar:
Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, der ki :
-"Ben bulundugum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanim
ailemle beraber gezmeye çiktik, kader bizi arkadaslarin bulundugu
yere getirdi. Afedersiniz hayvanlarimin arasinda bir güzel atim var
ki dönen bir defa daha bakiyor, hayvana ne yaptiysam bu
arkadaslarin bahçesinden meyva koparmasina engel olamadim,
arkadaslarin babasi içerden hisimla çikti , atima bir taş, atti
atim oracikta öldü. Nefsime bu durum agir geldi, ben de bir tas
attim, babasi öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaslar beni yakaladi,
durum bundan ibaret" dedi.
Bu söz üzerine Hz Ömer:
-"Söyleyecek bir sey yok, bu suçun cezasi idam.Madem suçunu da
kabul ettin" dedi.
Bu sözden sonra delikanli söz alarak
-"Efendim bir özrüm var" diyerek konusmaya basladi
- "Ben memleketinde zengin bir insanim, babam rahmetli olmadan bana
epey bir altin birakti. Gelirken kardesim küçük oldugu için
saklamak zorunda kaldim. Simdi siz bu cezayi infaz ederseniz
yetimin hakkini zayi ettiginiz için Allah(cc) indinde sorumlu
olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardesime teslim
eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum" der.
Hz. Ömer dayanamaz der ki :
-"Bu topluluga yabanci birisin, senin yerine kim kalir ki?!"
Sözün burasinda genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- "Bu zat benim yerime kalir." O zat Hz. Peygamber Efendimizin
(sav) en iyi arkadaşarindan daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr
Ibni As' dan başkasi değildir. Hz.Ömer Amr'a dönerek,
- "Ey Amr, delikanliyi duydun" der.
O yüce sahabi
-"Evet, ben kefilim" der ve genç adam serbest birakilir.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber
yoktur. Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çikarak genc'in
gelmeyecegi, dolayisiyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine
maktülün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razi olmaz
ve "babamizin kani yerde kalsin istemiyoruz" derler.
Hz. Ömer kendinden beklenen cevabi verir der ki :
"Bu kefil babam olsa farketmez cezayi infaz ederim."
Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki :
-"Biz de sözümün arkasindayiz."
Bu arada kalabalikta bir dalgalanma olur ve insanlarin arasindan
genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek derki evladim gelmeme gibi
önemli bir nedenin vardi neden geldin?" Genç vakurla basini
kaldirir ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan)
"AHDE VEFASIZLIK ETTI" demeyesiniz diye geldim der.
Hz.Ömer basini bu defa çevirir ve Amr Ibni As'a der ki :
-"Ey Amr, sen bu delikanliyi tanimiyorsun nasil oldu onun yerine
kefil oldun".
Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razi olsun, vakurla
kanimizi donduracak bir cevap verir,
-"Bu kadar insanin içerisinden beni seçti.
"INSANLIK ÖLDÜ "dedirtmemek için kabul ettim" der.
Sira gençlere gelir, derler ki :
-"Biz bu davadan vazgeçiyoruz."
Bu sözün üzerine Hz Ömer :
-"Ne oldu, biraz evvel "babamizin kani yerde kalmasin" diyordunuz
ne oldu da vaz geçiyorsunuz?" der.
Gençlerin cevabi da dehsetlidir :
-"MERHAMETLI INSAN KALMADI" DEMEYESINIZ DIYE ...


bende bu güzel yazıyı burada yayınlıyorum ki, güzel bir yazı yayınlamadı demeyesiniz diye..:)

20 Kasım 2006

huzur


iki gün evvel Kabeyi ziyarete gitmiştik. biraz olmuşdu gitmeyeli, gidelimde bir hasret giderelim dedik, daha öncesinde hususan ramazanda kabenin yakın çevresindeki yollarda ilerlemek bile mümkün değildi. hele park yeri tam bir sıkıntı olurdu..ama bugünlerde yollar boş, her taraf park yeri dolu, sokaklar, caddeler bomboştu. önce sevindim, "iyi " dedim, " rahat rahat girip çıkacağız" .. sonrada bir hüzün çöktü içime, hiç yakışmamışdı bu durgunluk buraya..

içeriye girdiğimde yukarıdaki fotolarda da göründüğü gibi her yer bom boş....sanki sadece ben varım. kabenin etrafı nisbeten daha iyi fakat yine de çok sakin..yerdeki halılar görünebiliyor..

bende bu sakinlikten yararlanayım dedim ve direk kabenin yakınına gittim..aradan sıvışacak yer bulmak bile hayalken şimdi her yer benimdi..istediğim yere gidip öpelirim mis kokulu örtüsünü ve öyle yaptım. gittim yapıştım mübarek örtüsüne..kokladım..öptüm..elimi yüzümü sürdüm..dua ettim..şu anda bile öyle canım istediki, keşke orda olsaydım..

bir ikindi namazı kıldım ki, sizlere tarif edemem, sanki kabede değil de cennette kıldım, kabeye baka baka okudum fatihaları..secdeden kalkar kalkmaz hemen baktım yine..hava da çok güzeldi..serin ve güneşli..secdeden tekrar rukuya kalkarken kabeye bakarak kalktığımda o berrak gökyüzünden süzülen güneşin ışıltıları da bu eşsiz manzara karışınca işte tam bir cennet bahçesi gibi oluyor, burnunuza sürekli kabenin mis kokusunu getiriyor rüzgar ve siz işte burda allahın huzurundasızın.. öyle büyük bir saadetki..namazın hiç bitmesini istemedim..

hep düşünürdüm, şöyle doya doya bir gitsem de seyretsem kabeyi, öpsem doya doya diye...
ama bu mümkün değilmiş, doyum olmazmış bu güzelliğe, baktıkça bakasın, öptükçe öpesin gelirmiş, gittikçe gidesin ve gittikçe dönmeyesin gelirmiş..allahım ne büyük saadetmiş..

şükürler olsun ya rabbim..şükrünü eda etmeyi nasip et, nasip et ki bu nimet elimden gitmesin..

18 Kasım 2006

vuslat


düşüncesinde vardın mı lezzetine, ölümün.. ve de mevtin, arzu eder bu can kapısına kavuşmayı, tez elden kabrin..


***

güzellikler ve asıl güzel ve asıl güzelin güzeli,
ben geldim, sana geldim ey güzelliklerin Rabbi,
hani? nerde güzelin? nerde O, götür beni O'na Ya İlahi,
vaadini yerine getir götür beni O'na geldim gayri.


17 Kasım 2006

BUDA GEÇER..

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye
varır...
Karsısına çıkan insanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve
yatacak yer
verecek birileri olup olmadığını sorar...


Köylüler, Derviş’e, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin
küçük
olduğunu söylerler ve Sakir diye birinin çiftliğini tarif edip,
oraya
gitmesini salik verirler...


Derviş yola koyulur, yolda birkaç köylüye daha rastlar... Onların
anlattıklarından, Sakir'in, o yörenin en zengin kişilerinden biri
olduğunu
öğrenir...


Bölgedeki ikinci zengin ise, Haddad isimli bir başka
çiftlik sahibidir... Derviş, Sakir'in çiftliğine varır... Çok iyi
karşılanır... İyi misafir edilir, yer, içer ve dinlenir... Sakir
de, ailesi
de hem misafirperver ve hem de gönülleri zengin insanlardır... Sonra
tekrar
yola koyulma zamanı gelir ve Derviş Sakir'e ve ailesine teşekkür
ederken,
"Böyle zengin bir insan olduğun için hep şükret." der...


Sakir'den ise söyle bir yanıt alır:


"Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz... Bazen görünen, gerçeğin
kendisi
değildir... Bu da geçer...".



Derviş, Sakir'in çiftliğinden ayrıldıktan sonra, bu yanıt
üzerine uzun uzun
düşünür... Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, Derviş’in yolu
yine ayni
yöreye düşer... Sakir' e uğrayıp, ziyaret etmek ister... Yolda
karsılaştığı
köylülerle konuşurken, köylüler "Haaaa o Sakir mi?.. O iyice
fakirledi,
simdi Haddad'in yanında çalışıyor..." derler.



Derviş, hemen Haddad'in çiftliğine gider... Sakir'i bulur... Eski
dostu
yaşlanmıştır... Üzerinde eski püskü giysiler vardır... Geçen
süre içindeki
bir sel felaketinde bütün sığırları telef ölmüş, evi barkı
yıkılmıştır...
Toprakları da islenemez hale geldiği için, tek çare olarak, selden
hiç zarar
görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad'in yanında
çalışmak zorunda
kalmıştır... Bu süre zarfında Sakir ve ailesi, Haddad'a
hizmetkârlık
yapmaktadırlar... Sakir, Derviş’i, bu kez son derece mütevazi olan
evinde
misafir eder... Kit kanaat yemeğini onunla paylaşır...
Derviş, vedalaşırken, Sakir'e olup bitenlerden ne kadar çok üzgün
olduğunu
söyler ve Sakir'den su yanıtı alır:


"Üzülme... Unutma, bu da geçer..."


Derviş, gezmeye devam eder ve aradan uzun yıllar geçtikten sonra,
yolu yine
ayni bölgeye düşer... Öğrendiklerinden şaşkına döner...

Bir süre önce ölen Haddad, ailesi olmadığından, bütün varını
yoğunu, en
sadik hizmetkârı ve eski dostu Sakir'e bırakmıştır... Sakir,
Haddad'in
konağında oturmaktadır... Kocaman arazileri ve binlerce sığırı
ile yine o
yörenin en zengin insani olmuştur...

Derviş, eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar çok sevindiğini
dile
getirdiğinde yine ayni yanıtı alır:


"Bu da geçer..."


Birkaç yıl sonra Derviş yine Sakir'i arar... Ona bir tepe
gösterirler...
Tepede Sakir'in mezarı vardır ve mezar taşında söyle yazmaktadır:


"Bu da geçer".

Derviş, üzgün bir şekilde, "Allah Allah, ölümün nesi geçecek?"
diye düşünür
ve gider... Ertesi yıl, Derviş, Sakir'in mezarını ziyaret etmek
için geri
döner ama ortalıklarda mezar falan kalmamıştır... Büyük bir sel
gelmiş,
bütün tepeyi silmiş süpürmüş ve Sakir'in mezarından geriye hiç
eser
kalmamıştır...

O yıllarda, ülkenin sultani, kendisi için çok değişik bir yüzük
yapılmasını
ister... Bu öyle bir yüzük olacaktır ki, sultan mutsuz olduğunda
umudunu
tazeleyecek, mutlu olduğunda da, mutluluğun rehavetine kendini
kaptırmasını,
tembelliğe düşmesini önleyecektir... Hiç kimse, sultani tatmin
edecek böyle
bir yüzük yapmayı başaramaz...

Sultanin adamları bir gün bilge Derviş’i bulurlar, yardım
isterler... Sultan
yüzüğe fena halde takmıştır... Derviş, sultanin kuyumcusuna
hitaben bir
mektup yazar... Kısa bir süre sonra, yüzük sultana sunulur...
Sultan
önceleri hiçbir anlam veremez; çünkü son derece sade bir
yüzüktür bu...

Sonra üzerindeki yazıya takılır gözü... Üzerinde biraz
düşünür ve yüzü
aydınlanır... Büyük bir mutluluk ışığı parlar gözlerinde...
Sonunda tam da
istediği bir yüzüğü olmuştur...

Yüzüğün üzerindeki yazı mı?

Şu yazılıdır yüzüğün üzerinde:

"Bu da geçer".

16 Kasım 2006

15 Kasım 2006

büyük zeytin ye ama büyük laf konuşma


dört aydan sonra yakın çevremde arayıpta bulamadığım, çok özlediğim lezzete bugün kavuştum..

her ne kadar "tokuz, lütfen sofra hazırlamayın, yeni yedik de geldik.." diye bilmişlik yapsamda..
ev sahibi büyük insanmış:)

hem laflarımı yedim hem de zeytinleri ...:)

14 Kasım 2006

peygamberimiz neler buyurmuş, neler yapmış?

tv de bir kanalda deniz manzarası gördüm, aklıma peygamberimizin deniz hususunda ki bildiğim ve bilmediğim hadis-i şerifleri geldi. kim bilir ne güzel şeyler söylemiştir. her hususda insanlığa rehber olan efendimizin hadisleri her zaman çok merakımı celbetmiştir çok da bilgim olmamakla beraber..sonra aklıma şöyle bir şey geldi;

sizlerden hem öğrenmek hem öğretmek adına , hepinizin etkilendiği veya çok sevdiği hadis-i şerifleri bir tane iki tane..artık gönlünüzden ne koparsa,buraya yazmanızı rica ediyorum. böylelikle "yaa" dediğimiz efendimizin yeni yeni hadislerini öğrenmiş oluruz. katılırsanız çok sevinirim..

13 Kasım 2006

-ÖZLEM-

çok özledim KABE'yi çook..

epey vakit oldu gitmeyeli..

artık gitmek icab eder..

ne günlere kaldık allahım :)

çok sevdiğim, zor günlerimde hep yanımda olan, hiç bir zaman desteğini esirgemeyen, iki sene boyunca yediğimiz içtiğimiz nerdeyse ayrı gitmeyen, hem komşum, hem arkadaşım hem zaman zaman dertleştiğim ablam hem dayanağım hem dostum, kaderin yollarımızı ayırmasına rağmen her gün aklıma gelen ve her gün evde adını zikrettiğim ahbabım bana öyle bir şey yaptı ki, öyle üzüldüm kahroldum ve en önemlisi öyle şaşırdım ki hala şaşkınlığım deva etmekte..

bir işim düştü. bu dostum dediğim insandan benim için bir telefon numarası bulmasını istemiştim gayet samimane..ama yanılmışım maalesef, samimiyet falan kalmamış.bana "bulamamda verememde" diye bir cevap göndermiş, tam derdi nedir acaba canım ablacığımın derken sebebini de not düşüvermiş, kendileri bir ay kadar evvel bana, onbeş sene önce umrede tanıştığı bir arkadaşının telefonunu vermişti benden ulaşıp birbirleriyle görüşmelerini sağlamamı istemişti bende numarayı kaybetmiştim, tam da tekrar soracaktım ama fırsat vermedi ki, çok büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum, başımıza taş yağsa yeridir. peki ne yapmalı, babamıza bile güvenmemeli mi acaba? söylenecek çok şey var söylenmemesi gereken...


demek ki neymiş, gözden ırak olununca gönülden de ırak olunuyormuş.


ne günlere kaldık allahım, dünya menfaat dünyası olmuş meğer..

11 Kasım 2006

İMAN İNSANI İNSAN EDER, BELKİ İNSANI SULTAN EDER

İman nedir? bir insan ben Allah'a inanıyorum deyipte nefsinin istekleri üzerine yaşarsa imanlı olurmu? nüfus cüzdanında müslüman yazan insan müslümanmıdır?

ŞÜKÜR, ŞÜKÜR, ŞÜKÜR SANA ALLAHIM....inşaallah hakkıyla müslümanlığımızı yapıyoruzdur, seni razı edebiliyoruzdur Ya Rabbim..

-nankör insanoğlu-

hımm, tavada pişmiş su böreği de çok güzel oluyormuş..

10 Kasım 2006


Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade

O'nu düşün O'na sığın O senden öte benden ziyade


Bir sen var ki benim içimde benden öte benden ziyade


Bir sen var ki senin içinde senden öte senden ziyade


7 Kasım 2006

kuru kuruya hac olmaz!

Allah nasip ederse bu sene haccımızı yapmaya niyet ettik. nasılsa burdayız deyip ertelemek olmaz. seneye kim ölee..kim kalaa..


bahsettiğim üzere bayramda Medinedeydim, orda türkiyeden gelen bir tanıdığımızla oturmuş sohbet ederken konu hac yapmaya gelince arkadaş geçen sene yaptığı hacdan bahsetmeye başladı. ama düşündüğünüz gibi değil, mevzu bahis olan hac yapmanın lezzeti, zor yönleri gibi şeyler değil. mevzu alışveriş..kime ne almışlar ne kadar almışlar...diye uzayıp gidiyor alışveriş listesi..bizimde hac yapmaya niyet ettiğimizi biliyorlar ve konuyu bir tavsiyede bulunarak noktalıyorlardı.



"biz sırf gümüşlere 600 dolar verdik. tabi başka şeylerde aldık, hem de bir sürü..öyle kuru kuruya hac olmaz, sizde alacaksınız yani"



orda da diyecek bir şey bulamamıştım, burda da bulamıyorum..

3 Kasım 2006

-tekvir suresi-

1- Güneş, köreltildiği zaman,

2- Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman,

3- Dağlar, yürütüldüğü zaman,

4- Gebe develer, kendi başına terk edildiği zaman,

5- Vahşi-hayvanlar, toplandığı zaman,

6- Denizler, tutuşturulduğu zaman,

7- Nefisler, birleştiği zaman,

8- Ve 'diri diri toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman:

9- "Hangi suçtan dolayı öldürüldü?"

10- Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman,

11- Gök, sıyrılıp-yüzüldüğü zaman

12- Cehennem ateşi çılgınca kızıştırıldığı zaman,

13- Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,

14- (Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip-öğrenmiştir.

15- Artık hayır; yemin ederim (gündüz) sinip (gece) dönen (gezegen)lere,

16- Bir akış içinde yerini alanlara;

17- Kararmaya ilk başladığı zaman, geceye andolsun,

18- Ve nefes almaya başladığı zaman, sabaha;

19- Şüphesiz o (Kur'an), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür;

20- (Bu elçi,) Bir güç sahibidir, arşın sahibi Katında şereflidir.

21- Ona itaat edilir, sonra güvenilirdir.

22- Sizin sahibiniz bir deli değildir.

23- Andolsun o (peygamber), onu apaçık bir ufukta görmüştür.

24- O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz.)

25- O (Kur'an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir.

26- Şu halde, siz nereye kaçıp-gidiyorsunuz?

27- O (Kur'an), alemler için yalnızca bir zikirdir;

28- Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak dileyenler için.

29- Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.

asık suratlılar..:)

çocukluğumdan beri dikkatimi çeker hep; neden lunaparktaki görevlilerin yüzü hiç gülmez? herkes eğlenip gülerken onlar hep somurtuyorlar, hatta bazıları var ki; sanki insanların eğlenmesinden gıcık oluyor gibi:) küçüklüğümde bilet toplamaya gelenlere bileti hep korkarak verirdim, ve bu gün herşey yine aynı, arabistanda da aynı...



işte bu bey de bileti alırken, adeta "öf ya yine mi, bıktım sizi eğlendirmekten" der gibiydi..nedense..

2 Kasım 2006

SIKINTI

İnsanı yanlışa yönlendiren sebeplerden biri belki de en etkilisi "Sıkıntı" dır.

İman ve ibadet, ruhun ferah ve saadet kaynaklarıdır. Bunlardan yoksun olan, yahut tam istifade edemeyen insanlarda ruhî sıkıntılar baş gösterir.

İnsanoğlu, kendisine düşen görevi tam olarak yaptıktan sonra sonuçları Allah’tan beklemesi gerekirken, bütün problemlerini kendi iradesiyle çözmeğe, bütün engelleri kendi kudretiyle aşmaya çalışır. Bunu başaramayınca da sıkıntıya düşer. İçindeki bu manevî sıkıntıyı ve ruhundaki bu tevekkül boşluğunu eğlencelerle, ahlâksızlıkla, içkiyle, uyuşturucuyla doldurmak ister. Bediüzzamanın ifadesiyle, “Muvakkat eğlenceler ve sefahetlerle aklını tenvim edip uyutur.” (Şuâlar)

Dalalet-i fikrin kaynağının "Yeis" (ümitsizlik) olmasına gelince, umutsuzluğa düşen bir insan, denize düşenin yılana sarılması gibi, sapık ideolojilerde, yanlış itikatlarda yahut gerçekten uzak şahsî görüşlerinde bir teselli aramaya başlar. Bunların hiçbiri insanı tatmin etmediği, onun manevî sorularına cevap veremediği ve onun için bir teselli kaynağı olamadığı için, bunlara kapılan bir insanın vazgeçilmez akıbeti yine umutsuzluğa düşmek ve çaresizlik içinde kıvranıp durmaktır.

Zulmet-i kalbin, ruh sıkıntısının kaynağı olması, genel bir kaide olmakla birlikte, burada öncelikle, günahkâr müminler söz konusudur.

Zulmet kelimesi, şu hadis-i şerifi hatırlatıyor:

“Her bir günah işlendiğinde kalpte bir kara leke hasıl olur.”

İşte bu kara lekeler, o günahkâr mümini hem sorumlu kılar, hem de ruhunu sıkıntılar içinde bırakır.
Bundan dolayı küçük büyük demeyip tüm günahlardan hemen tevbe istiğfar edilmeli vebir daha işlenmemelidir.

kınama 2:)

başlığından da belli olduğu üzere bu da bir kınama yazısı..

bazı blogcular nedensse çok alıngan oluyorlar, üstelik su-i zan yaparak işi buralara kadar getiriyorlar, yaralarımı vardır nedir.

sözüm meclisden dışarı..

mail kutuma bir mail geldi ama önemsiz mail uyarısı altında gelince herzamanki gibi bakmadan sildim, özür dilerim. birilerinden olduğunu bilseydim tabiyki silmezdim, inanki arkadaşım şimdi çok üzüldüm, affet beni, kusura bakma..ama keşke bunu yapmadan önce bir bana sorsaydın.neyse mühim değil, bende herkesin içinde özür dilemiş oldum:) olay bundan ibaret yani..

sıkma tatlı canını..küstün mü yoksa:)

1 Kasım 2006

ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM!

ah şu kertenkeleler...kelebekler..ve daha niceler..


evimin etrafını talan eden bu minik timsahçıklar canımı sıkmaya başladılar, evin içindeyken her ne kadar görmesem de bahçedeyken vıcır vıcır duvarlarda başımın tepesinde nasıl gezdiklerini görüyorum.çok kötü :( insanı bütün zerrelerine kadar huylandırıyorlar.benim onları gördüğümü farkettikleri zaman hemen donuyorlar sanki, hiç kıpırdamadan kalıyorlar öylece, bir gün inatlaştım bekledim birisinin başında, o mu pes edecek ben mi diye.daha fazla beklemek istemedim eve girdim anında geri çıktım kapıya, ki bakayım hala ordamı diye ama yerinde yeller esiyordu mübareğin.üç kağıtçılar da yani:) yuvaları da evin çatısı oluyor, açıp baksam kim bilir ne kadar kalabalıklardır..


birde minik kahverengi kelebekçikler bulunuyor aramızda,onlar
daha da kalabalıklar, dışarı çıkarken eğer kapının önündeki ışığı açık bırakmışsam eve döndüğümde kapıyı açmamı bekliyor oluyorlar, kışşş, mış desem de kaçmıyorlar, mecbur kapıyı açıyorum, hızlıca eve gireyim derken kafamı bir kaldırıyorum ki sürüsüyle kelebek... :( savaş başladı yine..elektrik süpürgesiyle çekiyorum hepsini acıyarak, eğer yerde tek tük kalmışsa kızım sağolsun, " anneee, ıyyyyy, haav"diyerek alıyor ve direk çöpe atıyor:) alıştık onlarla yaşamaya aslında...zaten başka şansım da yok:)

31 Ekim 2006

her insan bir alemdir..



Cenab-ı Hakk yerleri ve gökleri halk ederken içinde onsekizbin alemi de beraber yaratmıştır..onsekizbin alem....! alemden kasıt cins ve nev'dir..veya tür..bu nev'lerden sadece birisi insanlıkdır..insanlıkda bir alemdir..içinde milyonlarca trilyonlarca ve hatta sayısız alemlerin bulunduğu bir alemdir..her insan bir alemdir..bir insanı tanımak yeni bir alemi keşfetmek gibidir.her alem birbirinden farklıdır, ve her alemde başka başka yenilikler bulunur, işte bundandır her insanın her insanla anlaşamaması, önemli olan insanları bir alem gözüyle görebilmekdir. böylelikle belki kişiyi olduğu gibi kabul etmek de kolaylaşır...

30 Ekim 2006

:)

29 Ekim 2006

alışabilmek ne güzel bir nimetmiş..

insan içindir herşey, mutluluklar ve acılar. mutluluğa alışmak çok kolaydır,insanın fıtratı cennete meyilli yaratıldığı için mutluluk ve neşe veren her şeyi hemen benimseyiverir insan. ama acılar vardır ki,benimsemek daha zordur. mesela ayrılıklar, sevdiğin insanlardan uzak düşmek vardır, veya en yakınını anneni babanı evladını kaybetmek vardır, ölüm vardır, kulağa pek hoş gelmese de şu anda yazarken bile içim titrese de bunların hepsi insan için vardır, ve zamanla hepimizin başına gelecektir. fakat tüm bunların yanında rahman ve rahim olan Allah bizlere yine acıyarak öyle güzel bir duygu ihsan etmiştir ki, yaradılışımıza dercetmiştir ki, o da "alışabilmekdir". bazan düşünüyorum, ani bir ölüm haberi ilk duyduğumuz anda bizi nasıl da sarsar, adeta bütün dünya başımıza yıkılmışdır, ama dakikalar geçdikçe bu duygu dağılmaya başlar, beş dakika bile farkeder insan ruhunda, ve yavaş yavaş, zamanla alışıp gideriz her acıya, normalleşir, peki ya böyle bir şey olmasaydı, kötü haberi ilk aldığımız andaki duygularımız sürekli devam etseydi nolurdu, heralde dünya bir zindan, hayatta bir işkence olurdu..

velhasıl-ı kelam; düşündükçe Allahın biz kullarına karşı ne kadar şefkatli olduğunu görebiliyoruz.

hayat bu.......

insan, hayatını nasıl yaşamalı?

a: kendi halinde.. (mi?)

b: paylaşımcı bir ruhla...(mı?)

26 Ekim 2006

Şifalı Su


Bu gördüğünüz kuyu çok mübarek bir kuyudur,içinde Efendimizin mübarek ağzının suyu bulunuyor, Efendimiz sahabelerle Medineye giderken susamışlar ve bu kuyuya rastgelmişler ama kuyu kuruymuş, Efendimiz mübarek ağzının suyunu kuyuya bırakınca kuyu dolmuş, o gün bu gündür kuyunun suyu hiç bitmemiş, üstelik hastalıklara da şifa dağıtıyormuş bu mübarek su..
ziyarete gittiğimde arabaların biri gelip biri gidiyordu, herkes bidonlara dolduruyordu, fakat tadı biraz acı, içmekte zorlandım ama söylenenlere göre soğuyunca biraz daha güzel oluyormuş..kuyunun başında bir bekçi var.onbeş sene kadar öncesine kadar ağzıda açıkmış, fakat sonrasında sıkı bir korumaya almışlar..

O'ndan olan herşey güzeldir..


24 Ekim 2006

Gönülleri Yakan Medine..

Evvela, bütün islam aleminin bayramını tebrik ediyorum, Rabbim cümlemiz için hayırlara vesile etsin.

ben bayramdan üç gün
önce Medineye gitmiştim, ramazanın son üç günü..benim için en güzel sahurlar, en tatlı iftarlar, en huşulu teravihler, en lezzetli teheccüdlerdi..

iftar vakti yaklaşınca bir telaş sarıyor Mescid-i Nebeviyi, bir telaş ki, benim soframa otur, benim yemeğimden ye, benim hurmamla orucunu aç diye birbiriyle yarışan insanlar, Mekkeye göre sofralar daha zengin, türklerin sofrası hepsinden de zengin, teyzem evde ne var ne yok hepsini getirmiş gelirken, Allah kabul etsin.. elimizde hurmalarla ezanı beklerken Allahu Ekber sesiyle önce orucumuzu açıp sonra dua için ellerimizi Medinenin gökyüzüne doğru kaldırıp Allaha yalvarmaya başlıyorduk.ardından insanların koştura koştura geldikleri teravihler mi desem yoksa teravihin ardından gecenin ilerlemiş saatine rağmen hiç kaybedilmeyen coşku ve birlikle kılınan gece namazlarından mı bahsetsem yoksa sabah namazından mı bahsetsem bilmiyorum..diyeceğim Medine çok güzeldi.

bayanlara ramazanda belli vakitlerde açılıyordu Kabr-i Şerif ama çook kalabalık oluyor, ben de dışardan Yeşil Kubbenin önüne gittim, Peygamberimizin elini öpmek için, aramızda yirmi metre kadar vardı, öyle heyecanladım ki ve öyle mutlu oldum ki, size hayatımın en mutlu dakikalarıydı diyebilirim..selamun aleyküm ya Resulullah, selamun aleykum ya Habibullah, selamun aleykum ya Nebiyyullah, ben geldim dedim, O da hoş geldin iyi ki geldin dedi hayalimde.. sonra selam gönderenlerin selamlarını söyledim, sonra da biraz sohbet ettik, bir de O'na " Ya Resulullah bizi senin yanına almıyorlar " dedim.." senin zamanında kadınlar yanına gelip seninle en gizli şeylerini bile konuşurlarmış, ve sen buna müsade edermişsin, ama şimdi bizi senin yanına almıyorlar" dedim.. O da bana "sen hep yanımdasın,üzülme" dedi..yine hayalimde....dakikalarca konuştum O'nunla, öylesine lezzetliydiki, kendimi unutmuştum, sanki dünyada değilim, O'nun mübarek dizinin dibinde oturmuş konuşuyordum..ayrılma vakti gelince de iki saniye evvel nasıl mutluysam şimdi de o kadar üzgündüm, çok üzgündüm..nerdeyse her adımda dönüp bakıyordum arkama ve her seferinde biraz daha uzaklaşıyordum O'ndan..ama gönlüm yeşil kubbenin altında kalmıştı..

son iftarımızı da açtık, artık teravihler bitmişti, teheccüdler de, ramazan bize an be an elveda diyordu..her sene olduğu gibi içim burkuldu bu senede elveda derken ramazan-ı şerife..yarın sabah bayram namazı kılınacaktı kutsal mescidde..gece ilerledi namaz vakti geldi insanlar akın akın mesicide geliyor, henüz gün ağarmadı ama şimdiden doldu mescid, tıklım tıklımdı, bütün insanlar en güzel elbiseleriyle en nezih hallariyle bayramın ilk dakikalarında Nebinin mescidine gelmişlerdi, küçücük kız çocuklarının saçları yapılmış, gelinlik ve benzeri gibi bayrama özel kıyafetlerini giymişler, küçük erkek çocukları da hakeza, hepsi kendi ülkelerine hususi en güzel elbiselerini giymişlerdi dedelerinin mübarek elini öpmeye gelirken.. ve hepsinin yüzü gülüyor..bayram işte burdaydı aslında, tam manasıyla bayram..namazdan sonra birbirlerini hiç tanımayan dillerinden anlamayan insanlar sarılıp bayramlaştılar..şekerler ve hurmalar dağıtıldı,öyle güzel bir manzara ki, bakarken hiç bitmesini istemedim..islamiyet çok güzel çok..

bayramın ilk akşamı başlamıştı Nebiden müfarakat zamanı, herkes "istemem.. arzu etmem.. takat getirmem müfarakatı.." diyordu lisan-ı hallariyle.otellerin önleri bavullarla dolup taşıyordu, Medine hüzünlenmişti, bir aydır dolup taşan Medine boşalıyordu..otobüslere binen insanları görünce içimden üzüldüm hep..

Rabbim! bu dünya rahat yeri değil, kavuşma yeri değil, gülme sevinme yeri değil, ama bizi asıl mekanımızda rahat ettir, sevdiklerimize Habibine kavuştur, bizleri orda güldür ve sevindir Allahım, benim Senden tek dileğim budur.

13 Ekim 2006

Azrail, azrail oldu..


Hz.Adem'in alınacağı toprak dünyadan alınacaktı.bu toprağı alma vazifesi meleklerin en büyüğü olan cibril-i emine verilmişti. fakat cibril eli boş döndü.

-hani toprak?

-Ey Rabbim, emrettiğin toprağı almak üzere gittim ancak arz yalvardı. "beni kusurlu hale getirme yoksa allaha sığınırım"dedi. ben ise sana sığınana sığınma hakkı tanımaktan başka bir şey yapamadım.

vazife mikaile verilmişti, o da aynı şekilde döndü. üçüncü olarak gönderilen ve adı azrail olan melek emri yerine getirmek üzere vardığında aynı sızlanışla karşılaştı. ama o:


-ben Allah'ın emrini yerine getirmeden dönmekten allaha sığınırım dedi. verilen emre göre miktarı ve çeşidi belli olan toprakla döndü. bu defa Cenab-ı Hakk ile azrail arasında şöyle bir konuşma geçti:

-sana yalvardığı zaman arza merhamet etmeli değil miydin?


-Ey Rabbim, senin emrini yerine getirmek onun yalvarışından daha önemlidir diye düşündüm.


-o halde onun soyundan gelenlerin ruhlarını almakta yine sana yakışan bir görev olacaktır.

bundan böyle adı melekü'l-mevt yani ölüm meleği olarak bilinen azrail, asıl vazifesini almış oluyordu.artık o, yeryüzünde Allahın emriyle aldığı topraği yine allahın emriyle toprağa döndürme görevini yürütecek eceli gelenlerin ruhlarını güzel çirkin demeden, genç koca dinlemeden hasta sağlam ayırdetmeden alıp götürecekti.

-peygamberler tarihi-
doç.dr.ahmet lütfi kazancı

8 Ekim 2006

MÜBAREK EV


işte kainata yayılan nurun ilk çıktığı ev,
işte rabbimin habibinin ilk nefes aldığı ev,
işte aminenin alnındaki nurun alemlere saçıldığı ev,
işte gönüllerin sultanı, kalblerin sevgilisi,
fakirlerin umudu, yoksulların babası,
insanlığın rehberi, doğruluğun adresi,
hakiki aşka giden yol, göklerin ve yerlerin Peygamberi, Muhammed'in doğduğu ev..mübarek ev..



ah efendim, sensiz buralar çok karanlık, ancak senin ışığınla önümü görebiliyorum,
gül efendim sensiz buralar çok yanlız, sadece senin hayalinle yaşıyorum,
can efendim sensin buraların canı, kanı, sensin başımın tacı, gönlümün sultanı,
canım efendim seni canımdan çok seviyorum..
ah efendim.. gül efendim..can efendim.......
duy beni, gör beni, mahşer günü tanı beni..

7 Ekim 2006

pissik süllüm ederken tombalak açtı???

bu cümleden ne mana çıktığını bilen var mı?

4 Ekim 2006

bir arap ailenin evinde iftar

Dün bir tanıdığımızın iftar davetine icabe etmiştik, daha doğrusu ben yeni tanışacaktım..size biraz buraların davetlerinden bahsedeyim.

iftara az kala evden çıktık, mezkur mahale vardığımızda ezan okunmak üzereydi. zaten içerde de sofra hazırdı, ev çok gösterişli ve abartılı döşenmişti, iki tane bayan vardı içerde, orta yaşlarda olanı hoşgeldin dedi sarıldı, çok sıcak kanlı bir insan ev sahibi, bayağı samimi davrandı. diğerinin resmiyetini de anlamaya çalışırken bir pot kırdım, her ne kadar ev sahibiyle ortak bir dil bulamasakda el hareketleriyle yada yarım yamalak arapçayla anlaşmaya çalıştık ve ona diğer bayanın kızı olup olmadığını sormuştum. aslında soru tam ağzımdan çıkarken cevabıda kendi kendime vermiştim ama biraz geç oldu galiba..burada yani arap insanlarında her evde hizmetçiler bulunurmuş, hatta bazı evlerde birden fazla da olurmuş. ya da her çocuğa bir tane bakıcı...gibi lüksleri varmış yani. bu bayan da onlardan biri...ama ben hizmetli bayan ufak tefek görününce ev sahibi de orta yaşlı olunca kızı sanmıştım, ev sahibi hizmetli olduğunu söyledikten sonra daha bir senelik evli olduklarını söylemişti, ben de hiç bir şey olmamış gibi "yaa, allah mutlu etsin.." falan dedim.

ardından sofraya oturduk, tabi bu arada ev sahibi hizmetliye bir şeyler buyuruyordu sürekli.sofra da pizza, makarna börek bir kaç çeşit tatlı değişik börek gibi anlayamadığım bir şey, çorba (aklıma gelen kısmı) vardı, sofra zengin ama gel gör ki yemek biraz zor, bütün tabakların üstü serayla kapatılmıştı..hadi dedim heralde soğumasın diye yapılmış, ama ezan okundu, ev sahibi durmadan rahat olun yiyin lütfen diyor ama...şaka gibiydi, sanki sadece seyret, sakın yemeklerimi yeme der gibi:) ben de ağzı açık olan çorbayla oyalanıp durdum biraz, sonunda pizzanın ağzı açıldı, ama iyi pişmemişti..ben de "ohoo, orucum ben ya, açım yani, allah allah" dedikten sonra böreğin ağzını açtım. allahtan arkadaş türkçe anlamıyor, ben açarken hala rahat ol diyordu, gıcığına yapıyor gibiydi sanki:)

yemekten sonra gözüm etrafı görmeye başlamıştı biraz, her taraf düğün fotoğraflarıyla dolu, ama fotoğraflar çok ilginç, gelin bildiğimiz gelin ama damat fistanlı, başında da arapların hep taktıkları şey var..(ismini bilmiyorum) yabancı yer işte, bana herşey farklı geliyor.

yemek bitince sofra epeyce ortada kaldı, ta ki biz gidene kadar, ben ve ev sahibi yemekten sonra biraz tv seyrettik,şimdi hizmetli gelir toplar dedim ama o da rahat maşaallah, kimsenin toplamaya niyeti yok, az kalmıştı nerdeyse kalkıp ben el atacaktım, araplar da pek bir rahatlarmış yani..bu arada termosla bir şey geldi, yanında da kahve fincanından küçük fincan gibi bir şey..ev sahibi doldurdu ve bana uzattı, kokusu biraz tuhaf,buraların kahvesiymiş,benim bildiğim mırra vardır ve çok güzeldir ama bu başka bir şey, küçücük fincanı bitirene kadar öldüm yani, ama arkadaş gözümün içine bakıyor, tepkimi anlamak için, ben de sürekli gülümsüyorum..ömrümde böylesini içmemiştim hakkaten de:) kahvemi bitirince nasıl bulduğumu sordu,bende çok güzeldi dedim..inşaallah ikincisini teklif etmez diye dua ederken..

kahve faslı da bitti, meyve geldi,meyve bitti, çeşitli tatlılar geldi.. sürekli birşeyler geliyor, oruçtan da yeni çıkınca biraz iyilik olmaktan çıkıyor fazla ikram..

ev sahibiyle diyalog kuramıyoruz.. ikimizde ahraz gibiydik, sürekli bir şeyler anlatıp anlatıp gülüyorduk, tabi herkes kendi anlattığını kendi dinliyordu.vaziyet böyle olunca ziyaret de çabuk bitti, teravihten önce kalktık, tam evden çıkarken kocaman bir tabağın içini doldurdu ev sahibi..ben az yemişim diye eve de servis yaptılar yani:) çok ince bir düşünce bence..

bakalım daha nasıl insanlarla tanışacağım...

2 Ekim 2006

Başlık bulamadım...

Bir tanıdığımız bize yarım saat mesafede ki Osfan ilçesinde iki tane türk ailesinin bulunduğunu söylemişti,burda türk görmek ya da türklerin olduğunu duymak çok mutlu ediyor beni,Kabe de Hacer-ül Esved'in hizasında bir yeşil ışık var, orası genelde türklerin bulunduğu yer oluyor, her gittiğimde orda oturmayı tercih ediyorum, türkçe konuşan birilerini görmek çok güzel..

Tanıdığımız kişi türk ailelerle müsait bir gün bizi götürüp tanıştıracaktı. birisi türkiyede izindeymiş ama diğeri burdaymış, bu aile antakya reyhanlılıymış. cumartesi akşamı için anlaştık ve akşam olunca yola çıktık, giderken inşaallah çocukları vardır da kızımla biraz oynarlar diye dua etmiştim.

eve vardığımızda kapıyı bir ufaklık açtı, kızım adına sevinmiştim, sonra arkadan bir ufaklık daha geldi..bir tane daha geldi..kapının önünde bir kısmı üçüz olmak üzere beş tane çocuk vardı.sonunda annelerini görebilmiştim,içeriye geçtik, kızım bir koşmaya başladı "bebeek" diye, meğer bir de yeni doğan bebekleri varmış, çocuk arabasında uyuyordu.maşaallah kalabalık bir aile. evin içi bayram şenliği gibiydi:) çocuklar arapça ve türkçe karışık konuşuyorlardı, arapça bence çok estetik bir dil ama küçük ağızlara daha çok yakışıyor sanki..

iyi insanlara benziyorlardı, kısmetse yine görüşmek istiyorum. Burda gurbette gibi hissetmiyorum kendimi ama yine de insanın memleketi ve memleketlisi başka elbette..

1 Ekim 2006

Geçen gün mailime gelen bir yazı...

Adamın birisi her zaman Allahım beni doğruluktan ayırma diye dua edermiş.
Bir gün arkadaşları neden hep bu şekilde dua ediyorsun demişler.
Oda anlatmaya başlamış.

Bir gün Kabeyi tavaf ederken ayamığa birşey takıldı. yere eğilip onu kaldırdığımda içinde 1000 altın olan bir kese altın olduğunu farkettim. Ve nefsimle kendim arasında mücadele etmeye başladım. 1000 altın iyi bir paraydı bütün ihtiyaçlarımı fazlasıyla karşılıyordu. Ancak haram bir paraydı.
Birden 1000 altınımı kaybettim. kim bulup getirirse ona 30 altın müjdeliyorum diyen bir adamın sesini duydum.
Ve helal 30 altının haram 1000 altından daha hayırlı olacağını düşünerek adama vermeyi kabul edip 30 altınımı aldım.
O 30 altınla eve dogru giderken zenci bir kölenin köle pazarında 30 altına satıldığını duyunca 30 altına o köleyi aldım.
bir süre sonra o kölenin yanına bir grup arap gelip konuştular. araplar gittikten sonra satın aldığım köleye sordum? - ne konuştunuz?
arap köle anlatmaya başladı - yıllardır bana çok iyi davrandın sana teşekkür ederim.
- ben magrip kralının oğluyum babam habeş kralıyla savaşırken esir düştüm ve köle olarak satıldım. bu gelenler beni satın alacak magribin zengin araplarıdır. onlara sakın 50.000 altından daha az bir fiyata beni satma der. ve adam bunu kabul eder.
nitekim 50.000 altına satar ve bu altınlarla mallar alıp, bagtada satmaya gider.artık zengin bir tüccardır.
tüccar arkadaşlarından birisi yanına gelir ve mekkede bir tüccarın öldüğünü geriye bıraktığı ay yüzlü bir kızının olduğunu söyler.
adam bu kızı kabul eder ve evlenirler.
kızın çeyizinde 1000' er altınlık keseler bulunur ancak içlerinden bir tanesinde sadece 970 altın vardır. adam kıza sorar bu neden 970 diğerleri gibi 100 değil.
Kız anlatmaya başlar babam mekkeye gittiği sırada bu kese altınını kaybetmiş daha sonra kim bulup getirirse ona 30 altın müjdelemiştir. ve (dürüst) bir adam bunu geri babama iade etmiştir. bu 30 altın o yüzden eksiktir demiş ve adamda bir bir bu olanları kıza anlatmış sevgileri ve mutlulukları daha da pekişmiştir.
Bu sadece doğruluk ve dürüslüğün küçük bir timsali, hayatta ne olursak olalım en güzel yalanımız doğrumuz en haramımız helalimiz olsun.

29 Eylül 2006

duyurulur...

yeni bir blogcu arkadaş keşfettim.. 5 dk ve 10 dk adında iki tane blogu var, gerisini gidip kendiniz görün derim...

28 Eylül 2006

Baba evi

Henüz bir insancıkken gözünü açtığın ilk yer,ilk ev...gözlerine bakan ilk gözler..ellerini tutan ilk eller,şefkate en çok ihtiyacın olduğu bu günlerde iki tane melek hep yanında,bekliyorlar..uyurken en son gördüğün tebessüm dolu gözler uyandığında ilk gördüğün gözler oluyor..öğrendiğin ilk kelimeler de bu meleklerin isimleri oluyor....anne..baba..


Biraz büyüyünce, herşeyi onlarla öğreniyorsun.henüz herşeyi ilk defa görürken onlar yine yanında.her düştüğünde uzanan eller, yine ellerini ilk tutan eller...bakışırken gözlerinden akan sevgiyi şefkati kalbinde hissetmek...her türlü sıkıntı da aslında sıkılmamak, seni bir meleğin mutlak surette kurtaracağına inanmak...hasta olunca iki melekle beraber uyumak...akşam eve gelirken kırmızı kaplı çikolata istemek...ve daha bi sürü şey...


İnsanın ömründe yaşadığı en güzel bayramlardır heralde baba evindeki bayramlar.geleni gideni bitmez..tabi her gelenin eli öpülür ve para alınır..hatta bazı dalgın misafirlerin bir kaç kez bile parası alınabilir:)


Çoluk çocuk arabaya doluşup seyahate çıkmanın tadı da başkadır bu evde.acıkınca yol üstünde kendin pişir kendin ye yapmak veya evde hazırlanan zeytinyağlı dolmalarla dere kenarında piknik yapmak da çok zevklidir.


Bir pazarı vardır babaların ama çocuklar bu konuda pek anlayışlı olamazlar, illa gezmeye gitmek isterler.anneler hep idareci durumundadırlar,iki tarafında gönlülünü etmeye çalışırken genelde üzülen de hep onlar olurlar maalesef. bazan babadır bazan da çocuklardır galib gelen..


Babaların hep kızdığı müsade etmediği bir şeyler vardır mutlaka, ama ne tatlıdır bunları babadan saklayarak gizlice yapmak, eğer kazayla yakalanırsanız yine annedir arayı yapan...


Akşam olunca melekler tuttururlar yatın diye,bahaneleri de hep aynı olur,yarın ki okul:)
Sırf uyumamak için acıkır birden karnınız, melek işte acıktım deyince dayanabilir mi?


Eğer evde ablanız falan varsa hele iki taneyse size ev işlerinde pek bir şey kalmaz..onlar temizler toplar küçük kardeşler dağıtırlar..ama bu saltanatın ömrü pek kısa olmuştur maalesef:)


Bayramıyla seyranıyla gezmesiyle tozmasıyla acısıyla tatlısıyla baba evi işte...hiç unutulurmu?

26 Eylül 2006

Allah'ın evinde iftar..


görevliler naylon sofraları açıyorlar,

önlerinde hurmalarla ezanı bekliyenler,


içeriden bir görüntü,


say yapan umreciler,karşıdaki safa tepesi,


burda her renkten insan görmek mümkün..


Dün akşam iftarımızı açmak için kabeye gitmiştik.öyle kalabalık olmuş ki sanki herkes ramazanını burada geçirmeye gelmiş.burda herşey bir başka,yediğin başka, içtiğin başka, solunan hava başka,hele ramazan bambaşka..yaşlısıyla genciyle, çoluğuyla çocuğuyla Kabe'de ramazan çok güzel.

iftar vakti yaklaştı,kalabalık sürekli artıyor,bir yandan sofralar açılıyor,görevliler hurma ve zemzem dağıtıyorlar,hanımlara özel bölmeler var.ama biraz yetersiz galiba,çünkü beyler geniş geniş otururken hanımlarda ayakda kalanlar vardı.zor bela bir yer bulup oturuverdim.etrafımda hiç türk yok,bir bayan nerden olduğumu sordu,turkey dedim.arapça birşeyler anlatmaya çalıştı,mafi arabic dedim,yani arapçam yok demeğe çalıştım ama sanki inanmak istemiyordu,buna rağmen sürekli bana laf anlatmaya çalışıyordu.arada bilmediğimi tekrarlıyordum ama nafile..arkadaşı bir kaç kez hatırlattı arapça bilmediğimi ama onu da duymuyordu,hatta bir ara anlamam için sesini yükselterek konuşmaya başlamıştı,sanki duyma problemim var:)

hava kararmaya başladı,dakikalar sonra Kabe de ezan okunacaktı ve milyonlarca, çeşit çeşit insan hepsi bir olan Yaradanlarının rızası için oruçlarını mübarek meyve hurmayla açacaklardı.kimse boş durmuyor, Kur-an okuyanlar,namaz kılanlar, ağlayarak dua edenler, tesbih çekenler ve kabeyi izleyenler...

..ve müezzin Allahu ekber dedi, bütün eller hurmalara gitti,üç hurma bana fazla bile geldi ama öyle lezzetlilerdi ki,böylesini ilk defa yedim. oruçlar açıldı ve herkes birden ayağa kalktı ve eller bu sefer dua için gökyüzüne kaldırıldı...

bir kaç dakika süren oruç açma faslından sonra miraca çıkıldı, muhteşem bir akşam namazından sonra herkes ibadetine devam etti ta ki teravihe kadar.

müezzin bu sefer yatsı namazı için çağırdı insanları ve bütün diller Allahu Ekber dedi yeniden.yatsının ardından teravih namazına başladık,ikişer rekatla kıldırdı hoca,hatimlemi kıldırıyordu anlayamadım ama iki rekatı yaklaşık on dakika sürüyordu.namazı kızımla beraber kıldık,ama onunki erken bitti,biraz da canı sıkılmış heralde keşfe çıktı,ilerde bir adam oturuşta kullanmak üzere arkasına minik bir tabure koymuştu ama benim kızım onu aldı ve açıp kapayarak oynamaya başladı:)baktım adam düşecek selam vermek zorunda kaldım,bunun gibi durumlar bir kaç kez oldu..

teravih namazının tadı çok başkaydı.aslında teravihin tadı zaten başkadır ama burda bambaşka, tarifde aciz kalıyorum, allah herkese nasip etsin inşaallah.

23 Eylül 2006

Buralardan.....

Burda yollar Mekke ve Medineye çıkıyor:) ne tatlı duruyorlar..

yolda giderken önünüze aniden keçi koyun değil develer çıkıyor...trafik işaretleri de bu yönde.dikkat deve çıkabilir!
Yollarda "leileheillallah, subhanallah, elhemdulillah..v.s."yazıyor,bu sayede bir yere giderken sürekli zikrediyorum.
Hacıların otobüslere bindirildiği çadırlar,burdan kafileler halinde Mekkeye doğru yola çıkıyorlar,gece ışıklandırmalarla çok güzel görünüyor.Buda sadece bir mobilya mağazası:)ilk gördüğümden beri çok ilgimi çekmiştir,sanki saray gibi dizayn etmişler,araplar gösterişe çook düşkünler.

Buda yukardaki sarayın biraz daha yakından bir resmi..

Bu uçak ve bisikletin bir manası yok,ciddede önemli kavşaklarda bu tarz simgeler var.amaç istenilen yeri kolay bulmak,haritada da yine aynı sistem..


Gelelim burdaki harabeye:)arapların heralde gösterişte ihmal ettikleri tek yer benzin istasyonlarıdır,hepsi böyle,ben daha bakımlısını henüz görmedim,sadece bir tane gördüm o da inşaat halinde,benzin ucuz olduğundan olsa gerek,burda bir depoyu ortalama 25 riyale yani 10 milyona doldurabilirsiniz,bana ilk günler çok komik gelmişti.velhasılı kelam istasyonlarıda işte böyle,yani Türkiyedeki gibi reklam yapmıyorlar..



Cidde de onlarca koca koca mağazalar var,ve hepsi de sürekli dolu..gece 12 den sonra kapanıyor,ramazan münasebetiyle sahura kadar her yer açık,tabi gündüz de kapalı oluyor.her taraf ışıl ışıl,hayat dolu..insanlar sürekli geziyorlar,bu da sadece bir tanesi..kum tepeleri, çölde başka ne olabilir ki zaten:)
kendisi için özel yapılmış çadırın altında görev yapan bir şorta:)yani polis. hava çok sıcak olunca böyle bir çözüm bulmuşlar..gerçi hiçbirşey bu sıcağa çözüm olamaz..ilk geldiğimde derece 50nin üstünü gösteremeyince patlamıştı.
işte arabic mc donalds..................

21 Eylül 2006

Hoşgeldin Ramazan

Onbir ayın sultanı, sofralarımızın bereketi, yoksulların umudu ramazan geldi çattı yine...tuhaf bir heyecan ve mutluluk sardı kalblerimizi, davul sesleri eşliğinde sahurlar, kalabalık iftar sofraları, ardından bir telaş sarar sokakları, teravih için dolar camiler...ne güzeldir ramazan.

Lakin insan sadece boğazına oruç tutturmamalı,harama nazar etmeyerek gözüne, harama kulak asmayarak kulağına, kötü düşünmeyerek kalbine ve kötü konuşmayarak diline de oruç tutturmalı bu mübarek ayda.
Birde yoksullar var elbette ve umutları, bu ayda biraz daha umut dolarlar karnımız doyar belki diye, belki bir hayırsever bizide mutlu eder diye...bu mübarek ayda daha bir itinayla hayır sever olalım inşaallah.

Hepinizin ramazanı mübarek ola..Rabbim sofralarımıza bereket versin, birde oruca dayanabilmek için güç kuvvet versin, amin..dualarda buluşalım..

Hadîsin rivayetlerinde vardır ki: Cenab-ı Hak nefse demiş ki: "Ben neyim, sen nesin?" Nefis demiş: "Ben benim, sen sensin!" Azab vermiş, Cehennem'e atmış, yine sormuş. Yine demiş: "Ene ene, ente ente." Hangi nevi azabı vermiş, enaniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış. Yine sormuş: "Men ene vema ente?" Nefis demiş: "Sen benim Rabbimsin Rabb-i Rahîmimsin, ben senin âciz bir abdinim."