25 Haziran 2006

1992 tarihinde Tataristan'a giden müslüman bir aile vasıtasıyla Hakk'ı bulan, Fizik öğretmeni Nakiye Hanımın mektubu

Daha önce de bahsettiğim gibi, bir zamanlar Kur-an Kursunda kalmıştım. çok güzel günlerdi. Dünyanın her tarafından kalanlar oluyordu. Avustralya, Belçika, Hollanda, Almanya, Kazakistan... Rusya'dan gelenlerin hepsinin hikayesi çok ilginçti. Bir Nakiye Ablamız vardı. Geçenlerde Nakiye Ablanın kendi ağzından nasıl hidayete erdiğini anlatan bir mektup elime geçti. Sizlerle paylaşmak istedim:

" Küçüklüğümde, kerpiç sobanın üzerinde devamlı Kur'an alfabesi dururdu. Evde hiç kimse Kur'an bilmiyordu. ben de merak ederdim, elime alır devamlı bakar yerine koyardım.

O zamanlar Kominizm rejimi vardı. Yiyecekler, ölmeyecek kadar dağıtılıyordu. Herşey umumi idi. çalışana veriliyordu. Kimse helal haramı bilmiyordu. Millet aç kalınca hırsızlığa teşebbüs ediyordu. Dedem hırsızlğın haram olduğunu söylerdi. Bize bu işi yaptırmazdı.
Dedem vefat ettikten sonra ninem tek olduğundan okul çıkışında onun yanına yatmaya giderdim. Ninem Kur'anı biliyor, namaz kılıyordu. Bende bunu sadece yaşlılar yapar zannediyordum.

Okulumuzda öğretmenler tamamen dine karşı çıkıyorlardı. Bize dinsizlik aşılıyorlardı. "Bakın çocuklar! Medeni insanlar uzaya çıktılar, Allah'ı görmediler. Böyle şeylere inanmayın" diyorlardı.

Bende gelip nineme "Allah yokmuş, öğretmenimiz böyle söylüyor" diyordum. Ninem bana çok kızıyordu. Küfre gireceğimi söylüyordu.

Hiçbir yerde dini kitap yoktu. Bütün Kur'an ve kitaplar yaktırılmıştı. Mescitleri yıkıp minareleri kesmişlerdi. Cuma namazları gizlice evlerde kılınıyordu. Ramazanda, sahurlar bodrum katlarda, odunluk gibi gizli yerlerde yapılıyordu. Gece bir evde ışık yansa hemen hapse tıkıyorlardı. Okullarda oruç tutanın orucunu açtırıyorlardı.

Allah'a bende inanıyordum. Ama namaz kılmıyordum. Nasıl kılınacağını bilmiyordum. Küçükken ninemin öğrettiği duaları da unutmuştum. çok üzülüyordum. Zaman zaman gözyaşları döküyor, Allah'a yalvarıyordum. Bütün kitaplar Rusçaya çevrilmişti. Bir tane kitap bulamıyordum.

Bir gün elime "Abdest nasıl alınır?" diye bir kitap geçti. Abdest almayı öğrendim.
Bu şartlar içerisinde üniversiteyi bitirdim. Fizik öğretmeni oldum. Fizik kitaplarında formüller anlatılıyor, mesela; "elektronların hızlı hareketinden ışık enerjisi kendi kendine meydana gelir" diyor, altında da "bu da ispat ediyor ki; Allah yoktur" yazıyordu. Bütün ispatların altına böyle yazmışlardı. Küçüklükten beri çocukların zihnine küfür tohumları ekiliyordu.

Bende, hepsinin altını çizerek bu da ispat ediyor ki; Allah vardır? yazdım ve talebelere de böyle yazmalarını söyledim.
O zamanlar 1990 yıllarıydı. Ben Allah'ı öğrenme, talebelere ispat etme çabası içerisindeyken, kominizm rejimi yıkılarak demokrasi geldi. Artık yavaş yavaş camiler, mescitler yapılıyor, Kur'an ve dini bilgiler öğretiliyordu. çok seviniyordum. Allah'ım! Şükürler olsun dualarımı kabul ettin? diyor secdeye kapanıyordum.
Sonra bende yeni açılan mescitlerden birisine gittim. Türkiye'den bir aile gelmişti. Kur'an ve ilmihal bilgileri öğreteceklerdi. Bir anda mescit çok kalabalık olmuştu. islamiyete susamıştık, bir an önce hiç vakit kaybetmeden öğrenmek istiyorduk. Hepimize birer Kur'an alfabesi dağıttılar. Arka tarafta da erkekler için mescit yapılmıştı. Onlar da orada öğreniyorlardı.

Bir ayda Kur'an öğrendik. ilmihal bilgilerini öğrenmeye başladık. Artık midemize birşeyler gitmeye başlamıştı. Ama doymak ne mümkün... "

2 Haziran 2006

Mahrumiyet Mağdurları

"Canım pizza istedi." " Hadi gidip dondurma yiyelim.."


Hayatımızda nerdeyse her istediğimizi elde ediyoruz, ne kadar şükretsek azdır. Canımızın istediğini yiyip, beğenmediğimizi yemiyoruz, bir kaç gün sonra da artık bozuluyor, döküyoruz. Genelde hepimiz bunları zaman zaman yapmışızdır.

Oysa ki,o nimetleri bulamayan, zayıflıktan kemikleri sayılan, susuzluktan dudakları kuruyan,gözleri pörtleyen, adeta hilkat-i garaib olan, halsizlikten gözlerini açıp kaparken bile yorulan insanları, yavruları bir düşünsek belki elimiz o nimetleri dökmeye varmaz.Beğenmemeye utanırız. Bayat bulup yemediğimiz dünkü yemeği o insanların önüne koysak karşılaşacağımız manzarayı bir düşünelim. Heralde yüreğimiz dayanmazdı.

Afrika'da bugün her dört çocuktan biri annelerinin, babalarının kucaklarında zayıf bedenleri daha fazla açlığa dayanamıyor ve ölüyorlar. Bizimse çocuklarımıza yemek beğendirene kadar alnımız çatlıyor. Müsriflik de diz boyu.

Bu tablolarla dünyanın her yerinde karşılaşmak çok kolay. Tabi görmek istersek. Bence bizlere de vazife düşüyor. Herkes gücünün yettiğince, çevresinde böyle bir dilim ekmeğe muhtaç olan birilerini bulsa ve günlük yemek masrafnı karşılamayı kendine vazife bilse ne güzel olur. Açlık oranı ciddi düşer. Muazzam bir sevap kazanmış oluruz. Böyle güzel bir davranış kulun çok hoşuna gider, öyleyse Allah'ın nasıl hoşuna gider kimbilir.. Bir fakirin hayır duası nelere vesile olur acaba..Allah rızası için yoksullara yardımı çok görmeyelim!