29 Ocak 2008

Kabe

Hafta sonu tatilimizi Mekke'ye giderek değerlendirelim dedik, evde ihrama girerek yola çıktık. Umre yapmaya niyet etmiştik. İkindi vaktinde varmıştık Mekkeye, herşey bıraktığımız gibiydi. Hala büyük bir kargaşa hakim şehirde, ve trafik hala çok yoğun. Ben tam bunları düşünürken, birde baktım ki gelmişiz bile hareme, bembeyaz taşların üstünde insanlar süzülüyorlar içeriye doğru. Bu manzaraya bakmaya hiç doyamıyorum. Arabayı parkettik ve hemen bizde süzüldük kapısından içeriye doğru. Her zamanki gibi görmek istediğim ilk şeyi, Kabeyi arıyordu gözlerim heyecanla. İlk ziyaretdeki heyecan bir başka olsada diğerleri de onu aratmıyor. Canım Kabem, nasıl da asil duruyordu yine karaların içinde. Bu kez gözüme daha bir büyük görünmüştü sanki, belki de özlemimin hasretimim büyüklüğündendi bu..O'nu göremediğim günler geldi aklıma buluştuğumuz anda. Tv kanalından takip ederdim namaz vakitlerini sanki ordaymışım gibi bakınırdım etrafıma. Ama artık ordaydım. Öyle çok özlemişim ki Kabeyi..Görünce sımsıkı sarılmak istedim ona.
Tavaf ederken baktım ki, Hacer-ül Esved'in yanındaki polis bayanları alıyor. Ama yine de erkekler yoğunluktaydı, ben de gitsem mi gitmesem mi diye düşünürken zaten erkeklere sıra gelmişti bile. Dokunamasam da, görebilmiştim sonunda.
Kalabalık değildi Kabe, sakin sayılırdı. Böyle zamanlarda umre yapmayı çok seviyorum. Hele tavaf ederken öyle şahane oluyor ki, mübarek örtüsüne ellerimi süre süre tavaf ettim. Tarifsiz güzeldi. İçim huzur doldu. Hayallere kapıldım, cenneti hayal ediyordum , "Allah'ım" dedim kendi kendime, "..dünyada böyle güzel duygular varsa, dünya da böyle huzur varsa cennet nasıldır?" diyordum, hatta öyle dalmışım ki hayallere, tavaf ederken iki kez selam vermeyi unutmuşum, bir kaç adım geri dönerek selamımı verdim ve devam ettim. Allah kabul etsin. Cennetin hayali bile insanın aklını başından alıyormuş:)
Haremde tadilat vardı.İkinci katı neredeyse tamamen kapalıydı. Safa ve Merve de kapalıydı. Say'ımızı az ilerisinde bir yer açmışlar, orda yaptık. Galiba genişletiyorlar.
Akşam namazımızı da kıldık ve yine içim burkula burkula ayrıldık Kabeden..En sevmediğim andı bu..Allah tekrarlarını nasip etsin.

21 Ocak 2008

Ne Gülüyorsunuz Yahu?

Büyük bir cesaretle arapça öğreneceğim demişim, bu yola girmişim, uğraşıyorum, çabalıyorum, evde söylemek istediğim herşeyi on dakika sonra söyleyebiliyorum, çünkü arapçasını düşünüyorum ve bulmadan söylemiyorum, hatta sokakta bile bütün gururumu ayaklar altına alarak arapça konuşuyorum, mesenen parkta kızımı çağırırken:"teali betul,la telabi hinak, telabi hina" diyorum, parktaki bütün insanlar dönüp bana bakıyorlar gülüşerek, artık ne kadar komik konuşuyorsam onlara göre.. Allahtan peçe kurtarıyor beni de yüzümün renkten renge girdiğini görmüyorlar..işte ben bu şartlarda şevkimi kaybetmeden uğraşıyorum, bazıları da geçip karşıma gülüyorlar.Revamı yahu!
Bazan ben de kendime çok gülüyorum, lakin başkası gülünce de biraz canım sıkılmıyor değil. Aslında buna alışmam lazım tabi.
Geçen dersimizde hocama, evdeki konuşmalarımızdan bahsettim biraz.Mesenen, oğlum ağladığı zaman ona: "habibi,habibiii, ene hina habibii" diye seslendiğimi söyledim, çok güldü. ne varsa gülecek. böyle söylenir işte bu..Allah Allah.
Yedi yaşındaki kızı: "ene ebğa eşrab moya" dedi, kalktım su verdim ufaklığa, verirken de "tıfaddaliii..." dedim güleceğini bilerek , önce kendisi güldü, sonra da annesi.. bu kez çok bozulmamışdım, çünkü bende çok gülmüştüm kendime ama biraz sonra annesinin bana laf anlatmaya çalıştığını gören kız bacak kadar boyuyla başladı yine gülmeye.. Neymiş efendim annesinin bana anlattıkları çok basit gelmiş hanımefendiye. Ben de ona: "la adhak!" dedim. "ma adhak" da demiş olabilirim, doğrusunu hatırlayamadım şimdi. Bazan geliyor yanıma bana birşey anlatmaya çalışıyor, anlamıyorum yaa, hoşuna gidiyor hanımefendinin..Gülecek tabi bol bol. kimbilir eve gidince beni anlatıp anlatıp nasılda gülüyordur bilmiş kız. Uzaktan gülmek kolay tabi. Ben sana türkçe öğreteyim de gör bakalım nasılmış.
Bu arada hafta sonu sınavım için ingilizce de çalışıyorum. Arapça pratik yaparken arada ingilizce de karışmıyor değil. Mesenen betul beni çağırınca :"la sarrığı betul, istenni lahza. ene came" diyorum. Yani kafam karışık iyice bu günlerde. Betulde bu durumdan çok memnun değil aslında. " ya anne, böyle konuşma, anlamıyorum, ne dedin, sinir oluyorum" diyor. Ben de ona: " anne değil habibti, mama, mama" diyorum ama dinlemiyor beni. " Sen yiyecek değilsin ki, annesin" diyor bu kez. E haklı çocuk...
Sakın öğrendiklerimi buraya yazdıklarım kadar sanmayasınız. Sizlere en basitleştirilmiş şekliyle yazıyorum moraliniz bozulmasın diye:) Bilirim o durumu..ama yine de bir şey söyleyeyim size:
" el cov marra har hina":)))
Anlayanlar anlamayanlara anlatsınlar:))
Bugünlük bu kadar kafi, my muallime he ci mağrib ve ene he atbağ..şimdilik maesseleme..

18 Ocak 2008

Tövbe Estağfirullah

İnsanların açlıktan öldükleri, bir babanın, akşam eve giderken bir lokma ekmek götürebilmek, kapıda onu bekleyen ve açlıktan nefesi kokan yavrusunu doyurabilmek için, bütün gün çöp kutularını kurcalayıp yine de eli boş eve döndüğü, sağımıza dönsek aç, solumuza dönsek susuz insanların bulunduğu böyle bir dünya da hala bir çifti beşyüz milyon olan bir çizmenin beş renginden de alıp, dolabında etiketi üzerinde giyilmeyi bekleyen diğer ayakkabılarının yanına, hiç içi sızlamadan koyan ve gece rahat uyuyan insanlar varmış!!
Rabbim başta kendimizi sonra da böylelerini rahmetiyle ayıktırsın inşaallah..

13 Ocak 2008

M İ M

İçerlediğim bir hadise;
İlkokul üçüncü sınıfa gidiyordum. Sınıfımızda erkekler ve kızlar ayrımcılığı vardı kendi aramızda. Düşmanlığı desek daha doğru olur aslında. Bir gün ders zili çaldı ve sınıfa geçtik. Yerlerimize oturduk. Kalemimin ucu bitmişti, tam kalem kutumu açıyordum ki arkamdaki heyecan dolu uğultuya döndüm baktım. Bütün erkekler sıralarından fırlayacak gibi duruyorlardı, sabırsızlıkla kalem kutuma bakıyorlardı, umursamadım ve işime baktım..ki....dehşet birşey oldu. Kalem kutumu açmamla içinden sular içinde kocaman bir kurbağanın üstüme doğru fırlaması bir oldu..Tabi benden bir bağırtı çıktı ki sormayın:( Allahtan kurbağadan hızlı davranıp sıradan çıkmıştım hemen, o da rotasını çevirip önümdeki kızın bacağına zıpladı zaten. Ben bunun intikamını alırdım elbette ama sağolsun okul müdürümüz ihtiyaç bırakmadı. Erkeklerin hepsi disipline....:)
En komik anlarımdan bir tanesi;
Geçen sene Cidde de bir mağaza da kıyafet bakıyordum. Biraz bakındıktan sonra kıyafetleri beğenmedim ve mağaza sahibine ingilizce bişeyler sordum kıyafetler hakkında. Adamın verdiği ingilizce cevaptan sonra eşime dönüp: "Yok ya, adam uydurdu resmen, boşver almayalım" dedim. Tam o sırada mağazaya giren bir başka türk, mağaza sahibiyle türkçe konuştu..Benimde başımdan aşağıya kaynar sular döküldü tabi.. Başımı yere eğdim ve direkt gözden kayboldum. hayatımın en komik ve utanç verici bir anıydı.
Büyüklerimizle geçirdiğimiz güzel bir hatıra;
Sene 2002, gece, saat 24:00 sularında evde herkes uyumuştu. Ben de çok acıkmıştım, uyku tutmamıştı. Evin içinde dolanıp duruyordum ne yesem diye. Baktım babam da dolanıyor. Anladım ki o da acıkmış. Ne yesek diye düşünürken babamdan süper bir teklif geldi, yemekleri nefis olan çok meşhur bir kebapçı vardı ve babam "oraya gidelim mi" dedi gecenin bir saatinde. Bende hiç düşünmeden "gidelim" dedim. Bir ara annemi de görmüştüm sanki, sesimize uyanmış olabilir ama döndüğümüzde mi gördüm yoksa giderken mi gördüm hatırlayamıyorum. Babamla yemeğimizi yiyip gelmiştik evimize. O gece ki kebabı ve nar ekşisine batırarak yediğimiz çiğ köfteyi hiç unutamam. Çok lezzetlilerdi.. Gece gece gider mi demeyin, valla çok da güzel gidiyor:)
Bu hatıralarımı bulmam benim için zor oldu. İki gündür ne yazsam, ne yazsam diye düşünmekten yoruldum bile..Bu yüzden mimlememe hakkımı kullanmak istiyorum müsadenizle. Zaten kimse de kalmamış, Mehmet abi bile mimlenmiş:)

9 Ocak 2008

Arabi Öğreniyorum

Dil öğrenmeyi çok seviyorum. Hele de arapçaya karşı çocukluğumdan beri özel bir merakım vardı. Çevremde arapça konuşanların ağzına düşerdim dinlerken. Bayılırdım konuşmalarına. Kulağa çok hoş geliyor bence. Çok istiyorum bir an önce öğrenmeyi. En çok istediğimde Kuranı anlayarak okumak. Buralara kadar gelip de öğrenmezsem ayıp olur bence. Ben de "Bismillah" dedim ve başladım.

Pazartesi günü ilk dersimi vermek üzere arabi hocam beytimize teşrif ettiler. Çok güzel geçti.Komik ve eğlenceliydi.:) İki de binti var hocamın, benim bintime öğretiyorlar arapçayı. Onlara arada bir " kellimiha arabi" dedim:) Bundan böyle arada bir öğrendiklerimi blogumda da kullanmak istiyorum. Pratik olması babından.. Hocam bir suudi. Türkçe de bilmiyor elbette. İngilizce anlaşıyoruz ama ilk günden bana ingilizce konuşma yasağı geldi bile. Bu yasaklardan hiç hoşlanmasam da çok işe yaradığının farkındayım. Bütün söylemek istediklerimi arapça söylemeye çalışıyorum, epeyce kıvranıyorum ama olsun.. Zamanla daha da kolaylaşacaktır inşaallah. Hocamın dediğini anlamak için de baya çaba sarfediyorum tabi, sanki çince konuşuyor gibi geliyor bana. Bir cümleyi bir kaç kez tekrarlatıyorum. Hele şu müzekker müennes olayı kafamı iyice karıştırıyor. Konuşmalarında bile haremlik selamlık var. Bazan hocam kendini kaybedip çok hızlı konuşuyor, hemen uyarıyorum yavaş konuşması için. Bir çok kelime öğrendim bile ama günlük hayatımda kullanmazsam ertesi günü uçuveriyor aklımdan. Kızıma arapça birşey söylediğim zaman çok kızıyor, sinirleniyor anlamadığı için. "Yaa annee yaa, böyle konuşmaa" diye bağırıyor bana. bende "la sarrığı, çok ayb" diyorum:) Tv de turk kanallara da yasak geldi hocam tarafından. Gece gündüz arapça kanalları izliyorum. Hocama göre çok kolay bir dil, kısa sürede öğrenirmişim. Ama gelin bir de bana sorun..

Yine de bende bu istek olduğu sürece başarabileceğime inanıyorum Allahın izniyle.

Şimdilik maesseleme..:) Ders çalışmam lazım.

8 Ocak 2008

Mutfak Kazalarından Bıktım Usandım!

Şunu anladım ki;
Mutfak, ara vermeye hiç gelmiyormuş. Eğer bir süre mutfağa uğramamışsanız, ilk buluşmalarınızda karşınıza canavar gibi çıkıyor. Kaç gündür elimi neye attıysam ya bir yerimi kestim, ya çizdim, ya yaktım. Daha elimin üstündeki kocaman yanık izim geçmeden, parmağımı da yaktım. Onun acısı içinde ağlarken, düşmek üzere olan tırnağımı dibinden, en sivri bıçağımın ucuyla deldim. Bir taraftan da fırındaki tepsiye elimi yapıştırmışım. Aslında bütün bunları yapan ben değilim. Canavar mutfak. Sanki bana saldırıyor. Sürekli yaralanıyorum. Sakar bir insan falan da değilimdir yani. Yanlış anlaşılmasın. Sadece uzun aradan sonra yemek yapmak biraz zor oluyor. E tabi bir de yemeğin ayarını tutturup tutturamamak var işin neticesinde. Allahtan o konuda acemi şansım devreye giriyor. İnşaallah akşamki misafirlerim yemeklerimden memnun kalırlar ama ellerimdeki her çeşit yara ve bereleri nasıl açıklarım bilmiyorum. Doğrular rezaletime giden yoldur:( Başka bir açıklama bulmam lazım veya sormaması için okuyup yüzüne doğru üfleyeyim, o da olur bence. Neyse yemeğe bakmam lazım, o canavar mutfağa hiç gidesim yok ama başka şansım yok. Bir de yemeğimi yakarsam tamamdır benim işim. Hadi bana kolay gelsin.

1 Ocak 2008

Şükufe ve Diğerleri

Arabistana geldiğimde büyük bir sürprizle karşılaştım. Önce sevindim, sevimli buldum onları ama şimdi fikrim çok değişti. Yakından bakınca hiç de sevimli değillermiş meğer. Fakat acziyetlerine binaen katlanıyorum onlara. Bahçemizdeki güvercin aşiretinden bahsediyorum. Ebrulide de bahsini etmiştim sizlere. Her yaştan güvercin var bu aşirette. Sürekli bahçemi kirletiyorlar. Onların yüzünden hortumla süpürge elimden düşmez oldu. Üstelik haber vermeden birden bire hep beraber uçuyorlar. Bir gürültü kopuyor.Sanki uçak kalkıyor bahçemden. Ödüm kopuyor.
Napacağımı şaşırdım. Yuvalarını alıp başka bir yere koysak diye düşündüm. O zaman da bir daha dönmezlermiş ve yavruları sahipsiz, yanlız kalırlarmış. Bu durumda kıyamadım tabi masumlara. Fakat yine de çaktırmadan çözüm yolları düşünüyorum. Bu konuda bilgisi olan varsa bana bir çare söylesin lütfen.

Gelelim şükufe ve aşiretine.. Buyrun tanıştırayım sizleri..

Soldan sağa; şükufe, makbule, lütfiye ve hayriye. Genelde ayrılmazlar, her yere beraber uçarlar. Hayriyenin iki tane yavrusu oldu. Aşağıda onlarda boy gösterecekler sizlere.

Bu arkadaş, kendini yavru zanneden koca bebek. Lütfiyenin yavrusu olur kendileri. Lütfiye her gün kanat çırpmayı öğretiyor sabırla ama bu kendini yavru zanneden koca bebek bir türlü çırpamıyor kanadlarını. Ben de gözünün içine bakıyorum artık öğrensin de uçsun diye ama öğrenemeyecek sanırsam:( Nerdeyse ben öğrenicem..

Bunlar da Şükufe ile Makbule. En iyi yaptıkları şey nöbet tutmak. Lütfiye ve Hayriye yavrularıyla ilgilenirken Şükufe ve Makbule de yabancılara karşı nöbetteler. En başta bana karşı nöbet tutuyor nankörler. Sürekli göz hapsinde tutuyorum bu güvercin aşiretini, e tabi bir de her gün postalamak için planlar yapıyorum içimden, hissettiler galiba. Farkındayım, biraz asi takılıyorlar bana karşı.


Bu garibimin de ismi Garip. Pek bir zararsızdır diğerlerine göre. Hem de çok gariptir zavallı.Ama boydan kaybediyor. Sürekli bahçeme geliyor bu hayvancık da, kuş kuşu çekiyor galiba, ama Şükufeler garibi küçümsüyorlar, dışlıyorlar. Bu da aralarına giremediği için üzülüyor tabi. Genelde bu köşede uzaklara dalar dalar gider garibim.



İşte Hayriyenin yavruları.. Hep böyleler işte siz de şahitsiniz. Yan gelip yatıyor tembeller..


Beslenme zamanları gelmiş. Hayriye ,Hasip ile Nasibe ağzıyla toplayıp getirdiği yiyeceklerden veriyor. Görünen yavrunun adı Hasip. Nasip de hemen arkasında.

Şükufe ile Makbule bu kez farklı bir nokta da nöbetteler.


Flaşlardan çok sıkılan Hayriyenin bana olan sinirini görüyorsunuz burda. Nasılda kötü kötü bakıyor.

Bir de sakız hanım vardı.Bembeyaz bir güvercin. Fakat fotosunu şimdilik yayınlayamayacağım.. Aşiretin devamı da vardı esasında. Lakin bu seferlik bu kadar yeter. Şükufe ve diğerleri sizlerle tanıştıklarından memnun oldular:)