31 Ekim 2006

her insan bir alemdir..



Cenab-ı Hakk yerleri ve gökleri halk ederken içinde onsekizbin alemi de beraber yaratmıştır..onsekizbin alem....! alemden kasıt cins ve nev'dir..veya tür..bu nev'lerden sadece birisi insanlıkdır..insanlıkda bir alemdir..içinde milyonlarca trilyonlarca ve hatta sayısız alemlerin bulunduğu bir alemdir..her insan bir alemdir..bir insanı tanımak yeni bir alemi keşfetmek gibidir.her alem birbirinden farklıdır, ve her alemde başka başka yenilikler bulunur, işte bundandır her insanın her insanla anlaşamaması, önemli olan insanları bir alem gözüyle görebilmekdir. böylelikle belki kişiyi olduğu gibi kabul etmek de kolaylaşır...

30 Ekim 2006

:)

29 Ekim 2006

alışabilmek ne güzel bir nimetmiş..

insan içindir herşey, mutluluklar ve acılar. mutluluğa alışmak çok kolaydır,insanın fıtratı cennete meyilli yaratıldığı için mutluluk ve neşe veren her şeyi hemen benimseyiverir insan. ama acılar vardır ki,benimsemek daha zordur. mesela ayrılıklar, sevdiğin insanlardan uzak düşmek vardır, veya en yakınını anneni babanı evladını kaybetmek vardır, ölüm vardır, kulağa pek hoş gelmese de şu anda yazarken bile içim titrese de bunların hepsi insan için vardır, ve zamanla hepimizin başına gelecektir. fakat tüm bunların yanında rahman ve rahim olan Allah bizlere yine acıyarak öyle güzel bir duygu ihsan etmiştir ki, yaradılışımıza dercetmiştir ki, o da "alışabilmekdir". bazan düşünüyorum, ani bir ölüm haberi ilk duyduğumuz anda bizi nasıl da sarsar, adeta bütün dünya başımıza yıkılmışdır, ama dakikalar geçdikçe bu duygu dağılmaya başlar, beş dakika bile farkeder insan ruhunda, ve yavaş yavaş, zamanla alışıp gideriz her acıya, normalleşir, peki ya böyle bir şey olmasaydı, kötü haberi ilk aldığımız andaki duygularımız sürekli devam etseydi nolurdu, heralde dünya bir zindan, hayatta bir işkence olurdu..

velhasıl-ı kelam; düşündükçe Allahın biz kullarına karşı ne kadar şefkatli olduğunu görebiliyoruz.

hayat bu.......

insan, hayatını nasıl yaşamalı?

a: kendi halinde.. (mi?)

b: paylaşımcı bir ruhla...(mı?)

26 Ekim 2006

Şifalı Su


Bu gördüğünüz kuyu çok mübarek bir kuyudur,içinde Efendimizin mübarek ağzının suyu bulunuyor, Efendimiz sahabelerle Medineye giderken susamışlar ve bu kuyuya rastgelmişler ama kuyu kuruymuş, Efendimiz mübarek ağzının suyunu kuyuya bırakınca kuyu dolmuş, o gün bu gündür kuyunun suyu hiç bitmemiş, üstelik hastalıklara da şifa dağıtıyormuş bu mübarek su..
ziyarete gittiğimde arabaların biri gelip biri gidiyordu, herkes bidonlara dolduruyordu, fakat tadı biraz acı, içmekte zorlandım ama söylenenlere göre soğuyunca biraz daha güzel oluyormuş..kuyunun başında bir bekçi var.onbeş sene kadar öncesine kadar ağzıda açıkmış, fakat sonrasında sıkı bir korumaya almışlar..

O'ndan olan herşey güzeldir..


24 Ekim 2006

Gönülleri Yakan Medine..

Evvela, bütün islam aleminin bayramını tebrik ediyorum, Rabbim cümlemiz için hayırlara vesile etsin.

ben bayramdan üç gün
önce Medineye gitmiştim, ramazanın son üç günü..benim için en güzel sahurlar, en tatlı iftarlar, en huşulu teravihler, en lezzetli teheccüdlerdi..

iftar vakti yaklaşınca bir telaş sarıyor Mescid-i Nebeviyi, bir telaş ki, benim soframa otur, benim yemeğimden ye, benim hurmamla orucunu aç diye birbiriyle yarışan insanlar, Mekkeye göre sofralar daha zengin, türklerin sofrası hepsinden de zengin, teyzem evde ne var ne yok hepsini getirmiş gelirken, Allah kabul etsin.. elimizde hurmalarla ezanı beklerken Allahu Ekber sesiyle önce orucumuzu açıp sonra dua için ellerimizi Medinenin gökyüzüne doğru kaldırıp Allaha yalvarmaya başlıyorduk.ardından insanların koştura koştura geldikleri teravihler mi desem yoksa teravihin ardından gecenin ilerlemiş saatine rağmen hiç kaybedilmeyen coşku ve birlikle kılınan gece namazlarından mı bahsetsem yoksa sabah namazından mı bahsetsem bilmiyorum..diyeceğim Medine çok güzeldi.

bayanlara ramazanda belli vakitlerde açılıyordu Kabr-i Şerif ama çook kalabalık oluyor, ben de dışardan Yeşil Kubbenin önüne gittim, Peygamberimizin elini öpmek için, aramızda yirmi metre kadar vardı, öyle heyecanladım ki ve öyle mutlu oldum ki, size hayatımın en mutlu dakikalarıydı diyebilirim..selamun aleyküm ya Resulullah, selamun aleykum ya Habibullah, selamun aleykum ya Nebiyyullah, ben geldim dedim, O da hoş geldin iyi ki geldin dedi hayalimde.. sonra selam gönderenlerin selamlarını söyledim, sonra da biraz sohbet ettik, bir de O'na " Ya Resulullah bizi senin yanına almıyorlar " dedim.." senin zamanında kadınlar yanına gelip seninle en gizli şeylerini bile konuşurlarmış, ve sen buna müsade edermişsin, ama şimdi bizi senin yanına almıyorlar" dedim.. O da bana "sen hep yanımdasın,üzülme" dedi..yine hayalimde....dakikalarca konuştum O'nunla, öylesine lezzetliydiki, kendimi unutmuştum, sanki dünyada değilim, O'nun mübarek dizinin dibinde oturmuş konuşuyordum..ayrılma vakti gelince de iki saniye evvel nasıl mutluysam şimdi de o kadar üzgündüm, çok üzgündüm..nerdeyse her adımda dönüp bakıyordum arkama ve her seferinde biraz daha uzaklaşıyordum O'ndan..ama gönlüm yeşil kubbenin altında kalmıştı..

son iftarımızı da açtık, artık teravihler bitmişti, teheccüdler de, ramazan bize an be an elveda diyordu..her sene olduğu gibi içim burkuldu bu senede elveda derken ramazan-ı şerife..yarın sabah bayram namazı kılınacaktı kutsal mescidde..gece ilerledi namaz vakti geldi insanlar akın akın mesicide geliyor, henüz gün ağarmadı ama şimdiden doldu mescid, tıklım tıklımdı, bütün insanlar en güzel elbiseleriyle en nezih hallariyle bayramın ilk dakikalarında Nebinin mescidine gelmişlerdi, küçücük kız çocuklarının saçları yapılmış, gelinlik ve benzeri gibi bayrama özel kıyafetlerini giymişler, küçük erkek çocukları da hakeza, hepsi kendi ülkelerine hususi en güzel elbiselerini giymişlerdi dedelerinin mübarek elini öpmeye gelirken.. ve hepsinin yüzü gülüyor..bayram işte burdaydı aslında, tam manasıyla bayram..namazdan sonra birbirlerini hiç tanımayan dillerinden anlamayan insanlar sarılıp bayramlaştılar..şekerler ve hurmalar dağıtıldı,öyle güzel bir manzara ki, bakarken hiç bitmesini istemedim..islamiyet çok güzel çok..

bayramın ilk akşamı başlamıştı Nebiden müfarakat zamanı, herkes "istemem.. arzu etmem.. takat getirmem müfarakatı.." diyordu lisan-ı hallariyle.otellerin önleri bavullarla dolup taşıyordu, Medine hüzünlenmişti, bir aydır dolup taşan Medine boşalıyordu..otobüslere binen insanları görünce içimden üzüldüm hep..

Rabbim! bu dünya rahat yeri değil, kavuşma yeri değil, gülme sevinme yeri değil, ama bizi asıl mekanımızda rahat ettir, sevdiklerimize Habibine kavuştur, bizleri orda güldür ve sevindir Allahım, benim Senden tek dileğim budur.

13 Ekim 2006

Azrail, azrail oldu..


Hz.Adem'in alınacağı toprak dünyadan alınacaktı.bu toprağı alma vazifesi meleklerin en büyüğü olan cibril-i emine verilmişti. fakat cibril eli boş döndü.

-hani toprak?

-Ey Rabbim, emrettiğin toprağı almak üzere gittim ancak arz yalvardı. "beni kusurlu hale getirme yoksa allaha sığınırım"dedi. ben ise sana sığınana sığınma hakkı tanımaktan başka bir şey yapamadım.

vazife mikaile verilmişti, o da aynı şekilde döndü. üçüncü olarak gönderilen ve adı azrail olan melek emri yerine getirmek üzere vardığında aynı sızlanışla karşılaştı. ama o:


-ben Allah'ın emrini yerine getirmeden dönmekten allaha sığınırım dedi. verilen emre göre miktarı ve çeşidi belli olan toprakla döndü. bu defa Cenab-ı Hakk ile azrail arasında şöyle bir konuşma geçti:

-sana yalvardığı zaman arza merhamet etmeli değil miydin?


-Ey Rabbim, senin emrini yerine getirmek onun yalvarışından daha önemlidir diye düşündüm.


-o halde onun soyundan gelenlerin ruhlarını almakta yine sana yakışan bir görev olacaktır.

bundan böyle adı melekü'l-mevt yani ölüm meleği olarak bilinen azrail, asıl vazifesini almış oluyordu.artık o, yeryüzünde Allahın emriyle aldığı topraği yine allahın emriyle toprağa döndürme görevini yürütecek eceli gelenlerin ruhlarını güzel çirkin demeden, genç koca dinlemeden hasta sağlam ayırdetmeden alıp götürecekti.

-peygamberler tarihi-
doç.dr.ahmet lütfi kazancı

8 Ekim 2006

MÜBAREK EV


işte kainata yayılan nurun ilk çıktığı ev,
işte rabbimin habibinin ilk nefes aldığı ev,
işte aminenin alnındaki nurun alemlere saçıldığı ev,
işte gönüllerin sultanı, kalblerin sevgilisi,
fakirlerin umudu, yoksulların babası,
insanlığın rehberi, doğruluğun adresi,
hakiki aşka giden yol, göklerin ve yerlerin Peygamberi, Muhammed'in doğduğu ev..mübarek ev..



ah efendim, sensiz buralar çok karanlık, ancak senin ışığınla önümü görebiliyorum,
gül efendim sensiz buralar çok yanlız, sadece senin hayalinle yaşıyorum,
can efendim sensin buraların canı, kanı, sensin başımın tacı, gönlümün sultanı,
canım efendim seni canımdan çok seviyorum..
ah efendim.. gül efendim..can efendim.......
duy beni, gör beni, mahşer günü tanı beni..

7 Ekim 2006

pissik süllüm ederken tombalak açtı???

bu cümleden ne mana çıktığını bilen var mı?

4 Ekim 2006

bir arap ailenin evinde iftar

Dün bir tanıdığımızın iftar davetine icabe etmiştik, daha doğrusu ben yeni tanışacaktım..size biraz buraların davetlerinden bahsedeyim.

iftara az kala evden çıktık, mezkur mahale vardığımızda ezan okunmak üzereydi. zaten içerde de sofra hazırdı, ev çok gösterişli ve abartılı döşenmişti, iki tane bayan vardı içerde, orta yaşlarda olanı hoşgeldin dedi sarıldı, çok sıcak kanlı bir insan ev sahibi, bayağı samimi davrandı. diğerinin resmiyetini de anlamaya çalışırken bir pot kırdım, her ne kadar ev sahibiyle ortak bir dil bulamasakda el hareketleriyle yada yarım yamalak arapçayla anlaşmaya çalıştık ve ona diğer bayanın kızı olup olmadığını sormuştum. aslında soru tam ağzımdan çıkarken cevabıda kendi kendime vermiştim ama biraz geç oldu galiba..burada yani arap insanlarında her evde hizmetçiler bulunurmuş, hatta bazı evlerde birden fazla da olurmuş. ya da her çocuğa bir tane bakıcı...gibi lüksleri varmış yani. bu bayan da onlardan biri...ama ben hizmetli bayan ufak tefek görününce ev sahibi de orta yaşlı olunca kızı sanmıştım, ev sahibi hizmetli olduğunu söyledikten sonra daha bir senelik evli olduklarını söylemişti, ben de hiç bir şey olmamış gibi "yaa, allah mutlu etsin.." falan dedim.

ardından sofraya oturduk, tabi bu arada ev sahibi hizmetliye bir şeyler buyuruyordu sürekli.sofra da pizza, makarna börek bir kaç çeşit tatlı değişik börek gibi anlayamadığım bir şey, çorba (aklıma gelen kısmı) vardı, sofra zengin ama gel gör ki yemek biraz zor, bütün tabakların üstü serayla kapatılmıştı..hadi dedim heralde soğumasın diye yapılmış, ama ezan okundu, ev sahibi durmadan rahat olun yiyin lütfen diyor ama...şaka gibiydi, sanki sadece seyret, sakın yemeklerimi yeme der gibi:) ben de ağzı açık olan çorbayla oyalanıp durdum biraz, sonunda pizzanın ağzı açıldı, ama iyi pişmemişti..ben de "ohoo, orucum ben ya, açım yani, allah allah" dedikten sonra böreğin ağzını açtım. allahtan arkadaş türkçe anlamıyor, ben açarken hala rahat ol diyordu, gıcığına yapıyor gibiydi sanki:)

yemekten sonra gözüm etrafı görmeye başlamıştı biraz, her taraf düğün fotoğraflarıyla dolu, ama fotoğraflar çok ilginç, gelin bildiğimiz gelin ama damat fistanlı, başında da arapların hep taktıkları şey var..(ismini bilmiyorum) yabancı yer işte, bana herşey farklı geliyor.

yemek bitince sofra epeyce ortada kaldı, ta ki biz gidene kadar, ben ve ev sahibi yemekten sonra biraz tv seyrettik,şimdi hizmetli gelir toplar dedim ama o da rahat maşaallah, kimsenin toplamaya niyeti yok, az kalmıştı nerdeyse kalkıp ben el atacaktım, araplar da pek bir rahatlarmış yani..bu arada termosla bir şey geldi, yanında da kahve fincanından küçük fincan gibi bir şey..ev sahibi doldurdu ve bana uzattı, kokusu biraz tuhaf,buraların kahvesiymiş,benim bildiğim mırra vardır ve çok güzeldir ama bu başka bir şey, küçücük fincanı bitirene kadar öldüm yani, ama arkadaş gözümün içine bakıyor, tepkimi anlamak için, ben de sürekli gülümsüyorum..ömrümde böylesini içmemiştim hakkaten de:) kahvemi bitirince nasıl bulduğumu sordu,bende çok güzeldi dedim..inşaallah ikincisini teklif etmez diye dua ederken..

kahve faslı da bitti, meyve geldi,meyve bitti, çeşitli tatlılar geldi.. sürekli birşeyler geliyor, oruçtan da yeni çıkınca biraz iyilik olmaktan çıkıyor fazla ikram..

ev sahibiyle diyalog kuramıyoruz.. ikimizde ahraz gibiydik, sürekli bir şeyler anlatıp anlatıp gülüyorduk, tabi herkes kendi anlattığını kendi dinliyordu.vaziyet böyle olunca ziyaret de çabuk bitti, teravihten önce kalktık, tam evden çıkarken kocaman bir tabağın içini doldurdu ev sahibi..ben az yemişim diye eve de servis yaptılar yani:) çok ince bir düşünce bence..

bakalım daha nasıl insanlarla tanışacağım...

2 Ekim 2006

Başlık bulamadım...

Bir tanıdığımız bize yarım saat mesafede ki Osfan ilçesinde iki tane türk ailesinin bulunduğunu söylemişti,burda türk görmek ya da türklerin olduğunu duymak çok mutlu ediyor beni,Kabe de Hacer-ül Esved'in hizasında bir yeşil ışık var, orası genelde türklerin bulunduğu yer oluyor, her gittiğimde orda oturmayı tercih ediyorum, türkçe konuşan birilerini görmek çok güzel..

Tanıdığımız kişi türk ailelerle müsait bir gün bizi götürüp tanıştıracaktı. birisi türkiyede izindeymiş ama diğeri burdaymış, bu aile antakya reyhanlılıymış. cumartesi akşamı için anlaştık ve akşam olunca yola çıktık, giderken inşaallah çocukları vardır da kızımla biraz oynarlar diye dua etmiştim.

eve vardığımızda kapıyı bir ufaklık açtı, kızım adına sevinmiştim, sonra arkadan bir ufaklık daha geldi..bir tane daha geldi..kapının önünde bir kısmı üçüz olmak üzere beş tane çocuk vardı.sonunda annelerini görebilmiştim,içeriye geçtik, kızım bir koşmaya başladı "bebeek" diye, meğer bir de yeni doğan bebekleri varmış, çocuk arabasında uyuyordu.maşaallah kalabalık bir aile. evin içi bayram şenliği gibiydi:) çocuklar arapça ve türkçe karışık konuşuyorlardı, arapça bence çok estetik bir dil ama küçük ağızlara daha çok yakışıyor sanki..

iyi insanlara benziyorlardı, kısmetse yine görüşmek istiyorum. Burda gurbette gibi hissetmiyorum kendimi ama yine de insanın memleketi ve memleketlisi başka elbette..

1 Ekim 2006

Geçen gün mailime gelen bir yazı...

Adamın birisi her zaman Allahım beni doğruluktan ayırma diye dua edermiş.
Bir gün arkadaşları neden hep bu şekilde dua ediyorsun demişler.
Oda anlatmaya başlamış.

Bir gün Kabeyi tavaf ederken ayamığa birşey takıldı. yere eğilip onu kaldırdığımda içinde 1000 altın olan bir kese altın olduğunu farkettim. Ve nefsimle kendim arasında mücadele etmeye başladım. 1000 altın iyi bir paraydı bütün ihtiyaçlarımı fazlasıyla karşılıyordu. Ancak haram bir paraydı.
Birden 1000 altınımı kaybettim. kim bulup getirirse ona 30 altın müjdeliyorum diyen bir adamın sesini duydum.
Ve helal 30 altının haram 1000 altından daha hayırlı olacağını düşünerek adama vermeyi kabul edip 30 altınımı aldım.
O 30 altınla eve dogru giderken zenci bir kölenin köle pazarında 30 altına satıldığını duyunca 30 altına o köleyi aldım.
bir süre sonra o kölenin yanına bir grup arap gelip konuştular. araplar gittikten sonra satın aldığım köleye sordum? - ne konuştunuz?
arap köle anlatmaya başladı - yıllardır bana çok iyi davrandın sana teşekkür ederim.
- ben magrip kralının oğluyum babam habeş kralıyla savaşırken esir düştüm ve köle olarak satıldım. bu gelenler beni satın alacak magribin zengin araplarıdır. onlara sakın 50.000 altından daha az bir fiyata beni satma der. ve adam bunu kabul eder.
nitekim 50.000 altına satar ve bu altınlarla mallar alıp, bagtada satmaya gider.artık zengin bir tüccardır.
tüccar arkadaşlarından birisi yanına gelir ve mekkede bir tüccarın öldüğünü geriye bıraktığı ay yüzlü bir kızının olduğunu söyler.
adam bu kızı kabul eder ve evlenirler.
kızın çeyizinde 1000' er altınlık keseler bulunur ancak içlerinden bir tanesinde sadece 970 altın vardır. adam kıza sorar bu neden 970 diğerleri gibi 100 değil.
Kız anlatmaya başlar babam mekkeye gittiği sırada bu kese altınını kaybetmiş daha sonra kim bulup getirirse ona 30 altın müjdelemiştir. ve (dürüst) bir adam bunu geri babama iade etmiştir. bu 30 altın o yüzden eksiktir demiş ve adamda bir bir bu olanları kıza anlatmış sevgileri ve mutlulukları daha da pekişmiştir.
Bu sadece doğruluk ve dürüslüğün küçük bir timsali, hayatta ne olursak olalım en güzel yalanımız doğrumuz en haramımız helalimiz olsun.