27 Şubat 2009

Zormuş

Apartmanımızda bir çok milletten insan oturuyor. Öğleden sonra evimin içini saran envai çeşit yemek kokularından da bunu anlamak mümkün. Bu kokulardan da nasıl kurtulabilirim hiç bilmiyorum. Kaç şişe oda spreyi kullandıysam da, elimde kolonya şişesiyle dolaşsam da çare değil maalesef. Kokular çok ilginç ve birbirinden çok farklı. Her bir koku bir millete işaret ediyor olsa gerek.

Binamızda şimdiye kadar öğrenebildiğim kadarıyla Suudi, Mısırlı, Hindistanlı, Pakistanlı komşularımız var. Belki dahası da vardır fakat maalesef komşuluk olmadığı için ancak bu kadarını biliyorum. Apartmanda bir çok daire olmasına rağmen uzaktan bakınca insana hayalet apartman, terkedilmiş bina gibi izlenimler veriyor. Ben binaya her girip çıkmamda hususi olarak kafamı kaldırıp pencerelere bakıyorum en fazla iki tane dairenin ışığı açık oluyor. Hayret bir durum gerçekten. Bu kadar insan karanlıkta mı oturuyor acaba? Hem insan asansörde inip çıkarken hiç mi birisiyle karşılaşmaz? Ben karşılaşamadım henüz. Tek tanışabildiğim yandaki Mısırlı komşum, onu da hacdan beri göremiyorum maalesef.

Komşularım, arkadaşlarım olacak diye hayaller kurdukça durum daha da vahim bir hal alıyor. Geçen gün olağanüstü bir şey oldu, kapım çaldı. Uzun bir kontrolden sonra açtım kapıyı. Karşımda genç bir bayan gördüm ve çok mutlu oldum o an için. İşte dedim beklediğim an geldi. Sonunda bir komşum olacak galiba diye sevinirken , canım komşucuğum hiç durmadan arapça konuşuyordu benimle. O anda henüz arapçayı tam öğrenemediğim için bir kez daha kızdım kendime. Sonra ağlamaklı gözlerle komşuma ingilizce bilip bilmediğini sordum ve bir kez daha yıkıldım. Zavallı kız da üzgün bir ifade ile arkasını döndü ve gitti. Bir daha da göremedim kendisini. Artık inanıyorum ki; bu benim imtihanım galiba. Yine de yüce Allahım bana birilerini gönderiyor.

Genelde Türk hastanesinde karşılaşıp görüştüğüm Suriyeli bir arkadaşım var. Hatta arkadaşlığımızı ilerleterek evlerimize gidip gelmeye başlıyoruz. Aslında tam bizler gibi birisi, şimdiye kadar tanıdığım her Suriyeli gibi çok içten ve samimi. Ah bir de ingilizce bilse veya ben arapça bilsem. En çok beni kızdıran şey de; arapça bilmediğimi bilmesine rağmen ısrarla bana laf anlatmaya çalışması oluyor. Üstelik anlamadığım gerçeğini yüzümde gördüğü zaman bu kez de bağırarak anlatmaya çalışıyor, o anda ağlayasım geliyor işte :( Ama artık yeni bir taktik uyguluyorum. Tam da böyle anlarda ben de ona türkçe birşeyler söylüyorum hemen, tabi o da anlamadığını ifade ediyor bu kez bağırarak tekrarlıyorum ve lafı daha da uzatıyorum :)) Aslında zevkli bir şeymiş. Tabi bir de ona sormak lazım. Öyle yada böyle anlaşıyoruz neticede. Bir lafı on dakikada anlatabilsekte birbirimize yine de suriyeli arkadaşımı seviyorum:)

Gurbet bu olsa gerek... Bir de hüzünlüsü var bunun. Hüzünlü gurbet :(