28 Kasım 2006

ALLAH İSTERSE HER ŞEY OLUR

24 Kasım 2006

23 Kasım 2006

güzel yazılar yayınlamalı

Hz. Ömer arkadaşlariyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler.
Derler ki :
-"Ey halife, bu aramizdaki arkadaş bizim babamizi öldürdü. Ne
gerekiyorsa lütfen yerine getirin."
Bu söz üzerine Hz.Ömer suçlanan gence dönerek :
- Söyledikleri doğru mu diye sorar , Suçlanan genç der ki :
-Evet doğru.
Bu söz üzerine Hz Ömer;
-Anlat bakalim nasil oldu diye sorar:
Bunun üzerine genç anlatmaya başlar, der ki :
-"Ben bulundugum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanim
ailemle beraber gezmeye çiktik, kader bizi arkadaslarin bulundugu
yere getirdi. Afedersiniz hayvanlarimin arasinda bir güzel atim var
ki dönen bir defa daha bakiyor, hayvana ne yaptiysam bu
arkadaslarin bahçesinden meyva koparmasina engel olamadim,
arkadaslarin babasi içerden hisimla çikti , atima bir taş, atti
atim oracikta öldü. Nefsime bu durum agir geldi, ben de bir tas
attim, babasi öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaslar beni yakaladi,
durum bundan ibaret" dedi.
Bu söz üzerine Hz Ömer:
-"Söyleyecek bir sey yok, bu suçun cezasi idam.Madem suçunu da
kabul ettin" dedi.
Bu sözden sonra delikanli söz alarak
-"Efendim bir özrüm var" diyerek konusmaya basladi
- "Ben memleketinde zengin bir insanim, babam rahmetli olmadan bana
epey bir altin birakti. Gelirken kardesim küçük oldugu için
saklamak zorunda kaldim. Simdi siz bu cezayi infaz ederseniz
yetimin hakkini zayi ettiginiz için Allah(cc) indinde sorumlu
olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardesime teslim
eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum" der.
Hz. Ömer dayanamaz der ki :
-"Bu topluluga yabanci birisin, senin yerine kim kalir ki?!"
Sözün burasinda genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- "Bu zat benim yerime kalir." O zat Hz. Peygamber Efendimizin
(sav) en iyi arkadaşarindan daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr
Ibni As' dan başkasi değildir. Hz.Ömer Amr'a dönerek,
- "Ey Amr, delikanliyi duydun" der.
O yüce sahabi
-"Evet, ben kefilim" der ve genç adam serbest birakilir.
Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber
yoktur. Medine'nin ileri gelenleri Hz. Ömer'e çikarak genc'in
gelmeyecegi, dolayisiyla Amr Ibni As'a verilecek idam yerine
maktülün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razi olmaz
ve "babamizin kani yerde kalsin istemiyoruz" derler.
Hz. Ömer kendinden beklenen cevabi verir der ki :
"Bu kefil babam olsa farketmez cezayi infaz ederim."
Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki :
-"Biz de sözümün arkasindayiz."
Bu arada kalabalikta bir dalgalanma olur ve insanlarin arasindan
genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek derki evladim gelmeme gibi
önemli bir nedenin vardi neden geldin?" Genç vakurla basini
kaldirir ve (günümüz insani için pek de önemli olmayan)
"AHDE VEFASIZLIK ETTI" demeyesiniz diye geldim der.
Hz.Ömer basini bu defa çevirir ve Amr Ibni As'a der ki :
-"Ey Amr, sen bu delikanliyi tanimiyorsun nasil oldu onun yerine
kefil oldun".
Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razi olsun, vakurla
kanimizi donduracak bir cevap verir,
-"Bu kadar insanin içerisinden beni seçti.
"INSANLIK ÖLDÜ "dedirtmemek için kabul ettim" der.
Sira gençlere gelir, derler ki :
-"Biz bu davadan vazgeçiyoruz."
Bu sözün üzerine Hz Ömer :
-"Ne oldu, biraz evvel "babamizin kani yerde kalmasin" diyordunuz
ne oldu da vaz geçiyorsunuz?" der.
Gençlerin cevabi da dehsetlidir :
-"MERHAMETLI INSAN KALMADI" DEMEYESINIZ DIYE ...


bende bu güzel yazıyı burada yayınlıyorum ki, güzel bir yazı yayınlamadı demeyesiniz diye..:)

20 Kasım 2006

huzur


iki gün evvel Kabeyi ziyarete gitmiştik. biraz olmuşdu gitmeyeli, gidelimde bir hasret giderelim dedik, daha öncesinde hususan ramazanda kabenin yakın çevresindeki yollarda ilerlemek bile mümkün değildi. hele park yeri tam bir sıkıntı olurdu..ama bugünlerde yollar boş, her taraf park yeri dolu, sokaklar, caddeler bomboştu. önce sevindim, "iyi " dedim, " rahat rahat girip çıkacağız" .. sonrada bir hüzün çöktü içime, hiç yakışmamışdı bu durgunluk buraya..

içeriye girdiğimde yukarıdaki fotolarda da göründüğü gibi her yer bom boş....sanki sadece ben varım. kabenin etrafı nisbeten daha iyi fakat yine de çok sakin..yerdeki halılar görünebiliyor..

bende bu sakinlikten yararlanayım dedim ve direk kabenin yakınına gittim..aradan sıvışacak yer bulmak bile hayalken şimdi her yer benimdi..istediğim yere gidip öpelirim mis kokulu örtüsünü ve öyle yaptım. gittim yapıştım mübarek örtüsüne..kokladım..öptüm..elimi yüzümü sürdüm..dua ettim..şu anda bile öyle canım istediki, keşke orda olsaydım..

bir ikindi namazı kıldım ki, sizlere tarif edemem, sanki kabede değil de cennette kıldım, kabeye baka baka okudum fatihaları..secdeden kalkar kalkmaz hemen baktım yine..hava da çok güzeldi..serin ve güneşli..secdeden tekrar rukuya kalkarken kabeye bakarak kalktığımda o berrak gökyüzünden süzülen güneşin ışıltıları da bu eşsiz manzara karışınca işte tam bir cennet bahçesi gibi oluyor, burnunuza sürekli kabenin mis kokusunu getiriyor rüzgar ve siz işte burda allahın huzurundasızın.. öyle büyük bir saadetki..namazın hiç bitmesini istemedim..

hep düşünürdüm, şöyle doya doya bir gitsem de seyretsem kabeyi, öpsem doya doya diye...
ama bu mümkün değilmiş, doyum olmazmış bu güzelliğe, baktıkça bakasın, öptükçe öpesin gelirmiş, gittikçe gidesin ve gittikçe dönmeyesin gelirmiş..allahım ne büyük saadetmiş..

şükürler olsun ya rabbim..şükrünü eda etmeyi nasip et, nasip et ki bu nimet elimden gitmesin..

18 Kasım 2006

vuslat


düşüncesinde vardın mı lezzetine, ölümün.. ve de mevtin, arzu eder bu can kapısına kavuşmayı, tez elden kabrin..


***

güzellikler ve asıl güzel ve asıl güzelin güzeli,
ben geldim, sana geldim ey güzelliklerin Rabbi,
hani? nerde güzelin? nerde O, götür beni O'na Ya İlahi,
vaadini yerine getir götür beni O'na geldim gayri.


17 Kasım 2006

BUDA GEÇER..

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye
varır...
Karsısına çıkan insanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve
yatacak yer
verecek birileri olup olmadığını sorar...


Köylüler, Derviş’e, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin
küçük
olduğunu söylerler ve Sakir diye birinin çiftliğini tarif edip,
oraya
gitmesini salik verirler...


Derviş yola koyulur, yolda birkaç köylüye daha rastlar... Onların
anlattıklarından, Sakir'in, o yörenin en zengin kişilerinden biri
olduğunu
öğrenir...


Bölgedeki ikinci zengin ise, Haddad isimli bir başka
çiftlik sahibidir... Derviş, Sakir'in çiftliğine varır... Çok iyi
karşılanır... İyi misafir edilir, yer, içer ve dinlenir... Sakir
de, ailesi
de hem misafirperver ve hem de gönülleri zengin insanlardır... Sonra
tekrar
yola koyulma zamanı gelir ve Derviş Sakir'e ve ailesine teşekkür
ederken,
"Böyle zengin bir insan olduğun için hep şükret." der...


Sakir'den ise söyle bir yanıt alır:


"Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz... Bazen görünen, gerçeğin
kendisi
değildir... Bu da geçer...".



Derviş, Sakir'in çiftliğinden ayrıldıktan sonra, bu yanıt
üzerine uzun uzun
düşünür... Aradan birkaç yıl geçtikten sonra, Derviş’in yolu
yine ayni
yöreye düşer... Sakir' e uğrayıp, ziyaret etmek ister... Yolda
karsılaştığı
köylülerle konuşurken, köylüler "Haaaa o Sakir mi?.. O iyice
fakirledi,
simdi Haddad'in yanında çalışıyor..." derler.



Derviş, hemen Haddad'in çiftliğine gider... Sakir'i bulur... Eski
dostu
yaşlanmıştır... Üzerinde eski püskü giysiler vardır... Geçen
süre içindeki
bir sel felaketinde bütün sığırları telef ölmüş, evi barkı
yıkılmıştır...
Toprakları da islenemez hale geldiği için, tek çare olarak, selden
hiç zarar
görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad'in yanında
çalışmak zorunda
kalmıştır... Bu süre zarfında Sakir ve ailesi, Haddad'a
hizmetkârlık
yapmaktadırlar... Sakir, Derviş’i, bu kez son derece mütevazi olan
evinde
misafir eder... Kit kanaat yemeğini onunla paylaşır...
Derviş, vedalaşırken, Sakir'e olup bitenlerden ne kadar çok üzgün
olduğunu
söyler ve Sakir'den su yanıtı alır:


"Üzülme... Unutma, bu da geçer..."


Derviş, gezmeye devam eder ve aradan uzun yıllar geçtikten sonra,
yolu yine
ayni bölgeye düşer... Öğrendiklerinden şaşkına döner...

Bir süre önce ölen Haddad, ailesi olmadığından, bütün varını
yoğunu, en
sadik hizmetkârı ve eski dostu Sakir'e bırakmıştır... Sakir,
Haddad'in
konağında oturmaktadır... Kocaman arazileri ve binlerce sığırı
ile yine o
yörenin en zengin insani olmuştur...

Derviş, eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar çok sevindiğini
dile
getirdiğinde yine ayni yanıtı alır:


"Bu da geçer..."


Birkaç yıl sonra Derviş yine Sakir'i arar... Ona bir tepe
gösterirler...
Tepede Sakir'in mezarı vardır ve mezar taşında söyle yazmaktadır:


"Bu da geçer".

Derviş, üzgün bir şekilde, "Allah Allah, ölümün nesi geçecek?"
diye düşünür
ve gider... Ertesi yıl, Derviş, Sakir'in mezarını ziyaret etmek
için geri
döner ama ortalıklarda mezar falan kalmamıştır... Büyük bir sel
gelmiş,
bütün tepeyi silmiş süpürmüş ve Sakir'in mezarından geriye hiç
eser
kalmamıştır...

O yıllarda, ülkenin sultani, kendisi için çok değişik bir yüzük
yapılmasını
ister... Bu öyle bir yüzük olacaktır ki, sultan mutsuz olduğunda
umudunu
tazeleyecek, mutlu olduğunda da, mutluluğun rehavetine kendini
kaptırmasını,
tembelliğe düşmesini önleyecektir... Hiç kimse, sultani tatmin
edecek böyle
bir yüzük yapmayı başaramaz...

Sultanin adamları bir gün bilge Derviş’i bulurlar, yardım
isterler... Sultan
yüzüğe fena halde takmıştır... Derviş, sultanin kuyumcusuna
hitaben bir
mektup yazar... Kısa bir süre sonra, yüzük sultana sunulur...
Sultan
önceleri hiçbir anlam veremez; çünkü son derece sade bir
yüzüktür bu...

Sonra üzerindeki yazıya takılır gözü... Üzerinde biraz
düşünür ve yüzü
aydınlanır... Büyük bir mutluluk ışığı parlar gözlerinde...
Sonunda tam da
istediği bir yüzüğü olmuştur...

Yüzüğün üzerindeki yazı mı?

Şu yazılıdır yüzüğün üzerinde:

"Bu da geçer".

16 Kasım 2006

15 Kasım 2006

büyük zeytin ye ama büyük laf konuşma


dört aydan sonra yakın çevremde arayıpta bulamadığım, çok özlediğim lezzete bugün kavuştum..

her ne kadar "tokuz, lütfen sofra hazırlamayın, yeni yedik de geldik.." diye bilmişlik yapsamda..
ev sahibi büyük insanmış:)

hem laflarımı yedim hem de zeytinleri ...:)

14 Kasım 2006

peygamberimiz neler buyurmuş, neler yapmış?

tv de bir kanalda deniz manzarası gördüm, aklıma peygamberimizin deniz hususunda ki bildiğim ve bilmediğim hadis-i şerifleri geldi. kim bilir ne güzel şeyler söylemiştir. her hususda insanlığa rehber olan efendimizin hadisleri her zaman çok merakımı celbetmiştir çok da bilgim olmamakla beraber..sonra aklıma şöyle bir şey geldi;

sizlerden hem öğrenmek hem öğretmek adına , hepinizin etkilendiği veya çok sevdiği hadis-i şerifleri bir tane iki tane..artık gönlünüzden ne koparsa,buraya yazmanızı rica ediyorum. böylelikle "yaa" dediğimiz efendimizin yeni yeni hadislerini öğrenmiş oluruz. katılırsanız çok sevinirim..

13 Kasım 2006

-ÖZLEM-

çok özledim KABE'yi çook..

epey vakit oldu gitmeyeli..

artık gitmek icab eder..

ne günlere kaldık allahım :)

çok sevdiğim, zor günlerimde hep yanımda olan, hiç bir zaman desteğini esirgemeyen, iki sene boyunca yediğimiz içtiğimiz nerdeyse ayrı gitmeyen, hem komşum, hem arkadaşım hem zaman zaman dertleştiğim ablam hem dayanağım hem dostum, kaderin yollarımızı ayırmasına rağmen her gün aklıma gelen ve her gün evde adını zikrettiğim ahbabım bana öyle bir şey yaptı ki, öyle üzüldüm kahroldum ve en önemlisi öyle şaşırdım ki hala şaşkınlığım deva etmekte..

bir işim düştü. bu dostum dediğim insandan benim için bir telefon numarası bulmasını istemiştim gayet samimane..ama yanılmışım maalesef, samimiyet falan kalmamış.bana "bulamamda verememde" diye bir cevap göndermiş, tam derdi nedir acaba canım ablacığımın derken sebebini de not düşüvermiş, kendileri bir ay kadar evvel bana, onbeş sene önce umrede tanıştığı bir arkadaşının telefonunu vermişti benden ulaşıp birbirleriyle görüşmelerini sağlamamı istemişti bende numarayı kaybetmiştim, tam da tekrar soracaktım ama fırsat vermedi ki, çok büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorum, başımıza taş yağsa yeridir. peki ne yapmalı, babamıza bile güvenmemeli mi acaba? söylenecek çok şey var söylenmemesi gereken...


demek ki neymiş, gözden ırak olununca gönülden de ırak olunuyormuş.


ne günlere kaldık allahım, dünya menfaat dünyası olmuş meğer..

11 Kasım 2006

İMAN İNSANI İNSAN EDER, BELKİ İNSANI SULTAN EDER

İman nedir? bir insan ben Allah'a inanıyorum deyipte nefsinin istekleri üzerine yaşarsa imanlı olurmu? nüfus cüzdanında müslüman yazan insan müslümanmıdır?

ŞÜKÜR, ŞÜKÜR, ŞÜKÜR SANA ALLAHIM....inşaallah hakkıyla müslümanlığımızı yapıyoruzdur, seni razı edebiliyoruzdur Ya Rabbim..

-nankör insanoğlu-

hımm, tavada pişmiş su böreği de çok güzel oluyormuş..

10 Kasım 2006


Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade

O'nu düşün O'na sığın O senden öte benden ziyade


Bir sen var ki benim içimde benden öte benden ziyade


Bir sen var ki senin içinde senden öte senden ziyade


7 Kasım 2006

kuru kuruya hac olmaz!

Allah nasip ederse bu sene haccımızı yapmaya niyet ettik. nasılsa burdayız deyip ertelemek olmaz. seneye kim ölee..kim kalaa..


bahsettiğim üzere bayramda Medinedeydim, orda türkiyeden gelen bir tanıdığımızla oturmuş sohbet ederken konu hac yapmaya gelince arkadaş geçen sene yaptığı hacdan bahsetmeye başladı. ama düşündüğünüz gibi değil, mevzu bahis olan hac yapmanın lezzeti, zor yönleri gibi şeyler değil. mevzu alışveriş..kime ne almışlar ne kadar almışlar...diye uzayıp gidiyor alışveriş listesi..bizimde hac yapmaya niyet ettiğimizi biliyorlar ve konuyu bir tavsiyede bulunarak noktalıyorlardı.



"biz sırf gümüşlere 600 dolar verdik. tabi başka şeylerde aldık, hem de bir sürü..öyle kuru kuruya hac olmaz, sizde alacaksınız yani"



orda da diyecek bir şey bulamamıştım, burda da bulamıyorum..

3 Kasım 2006

-tekvir suresi-

1- Güneş, köreltildiği zaman,

2- Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman,

3- Dağlar, yürütüldüğü zaman,

4- Gebe develer, kendi başına terk edildiği zaman,

5- Vahşi-hayvanlar, toplandığı zaman,

6- Denizler, tutuşturulduğu zaman,

7- Nefisler, birleştiği zaman,

8- Ve 'diri diri toprağa gömülen kızcağıza' sorulduğu zaman:

9- "Hangi suçtan dolayı öldürüldü?"

10- Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman,

11- Gök, sıyrılıp-yüzüldüğü zaman

12- Cehennem ateşi çılgınca kızıştırıldığı zaman,

13- Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,

14- (Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip-öğrenmiştir.

15- Artık hayır; yemin ederim (gündüz) sinip (gece) dönen (gezegen)lere,

16- Bir akış içinde yerini alanlara;

17- Kararmaya ilk başladığı zaman, geceye andolsun,

18- Ve nefes almaya başladığı zaman, sabaha;

19- Şüphesiz o (Kur'an), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah'tan getirdiği) sözüdür;

20- (Bu elçi,) Bir güç sahibidir, arşın sahibi Katında şereflidir.

21- Ona itaat edilir, sonra güvenilirdir.

22- Sizin sahibiniz bir deli değildir.

23- Andolsun o (peygamber), onu apaçık bir ufukta görmüştür.

24- O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz.)

25- O (Kur'an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir.

26- Şu halde, siz nereye kaçıp-gidiyorsunuz?

27- O (Kur'an), alemler için yalnızca bir zikirdir;

28- Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak dileyenler için.

29- Alemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.

asık suratlılar..:)

çocukluğumdan beri dikkatimi çeker hep; neden lunaparktaki görevlilerin yüzü hiç gülmez? herkes eğlenip gülerken onlar hep somurtuyorlar, hatta bazıları var ki; sanki insanların eğlenmesinden gıcık oluyor gibi:) küçüklüğümde bilet toplamaya gelenlere bileti hep korkarak verirdim, ve bu gün herşey yine aynı, arabistanda da aynı...



işte bu bey de bileti alırken, adeta "öf ya yine mi, bıktım sizi eğlendirmekten" der gibiydi..nedense..

2 Kasım 2006

SIKINTI

İnsanı yanlışa yönlendiren sebeplerden biri belki de en etkilisi "Sıkıntı" dır.

İman ve ibadet, ruhun ferah ve saadet kaynaklarıdır. Bunlardan yoksun olan, yahut tam istifade edemeyen insanlarda ruhî sıkıntılar baş gösterir.

İnsanoğlu, kendisine düşen görevi tam olarak yaptıktan sonra sonuçları Allah’tan beklemesi gerekirken, bütün problemlerini kendi iradesiyle çözmeğe, bütün engelleri kendi kudretiyle aşmaya çalışır. Bunu başaramayınca da sıkıntıya düşer. İçindeki bu manevî sıkıntıyı ve ruhundaki bu tevekkül boşluğunu eğlencelerle, ahlâksızlıkla, içkiyle, uyuşturucuyla doldurmak ister. Bediüzzamanın ifadesiyle, “Muvakkat eğlenceler ve sefahetlerle aklını tenvim edip uyutur.” (Şuâlar)

Dalalet-i fikrin kaynağının "Yeis" (ümitsizlik) olmasına gelince, umutsuzluğa düşen bir insan, denize düşenin yılana sarılması gibi, sapık ideolojilerde, yanlış itikatlarda yahut gerçekten uzak şahsî görüşlerinde bir teselli aramaya başlar. Bunların hiçbiri insanı tatmin etmediği, onun manevî sorularına cevap veremediği ve onun için bir teselli kaynağı olamadığı için, bunlara kapılan bir insanın vazgeçilmez akıbeti yine umutsuzluğa düşmek ve çaresizlik içinde kıvranıp durmaktır.

Zulmet-i kalbin, ruh sıkıntısının kaynağı olması, genel bir kaide olmakla birlikte, burada öncelikle, günahkâr müminler söz konusudur.

Zulmet kelimesi, şu hadis-i şerifi hatırlatıyor:

“Her bir günah işlendiğinde kalpte bir kara leke hasıl olur.”

İşte bu kara lekeler, o günahkâr mümini hem sorumlu kılar, hem de ruhunu sıkıntılar içinde bırakır.
Bundan dolayı küçük büyük demeyip tüm günahlardan hemen tevbe istiğfar edilmeli vebir daha işlenmemelidir.

kınama 2:)

başlığından da belli olduğu üzere bu da bir kınama yazısı..

bazı blogcular nedensse çok alıngan oluyorlar, üstelik su-i zan yaparak işi buralara kadar getiriyorlar, yaralarımı vardır nedir.

sözüm meclisden dışarı..

mail kutuma bir mail geldi ama önemsiz mail uyarısı altında gelince herzamanki gibi bakmadan sildim, özür dilerim. birilerinden olduğunu bilseydim tabiyki silmezdim, inanki arkadaşım şimdi çok üzüldüm, affet beni, kusura bakma..ama keşke bunu yapmadan önce bir bana sorsaydın.neyse mühim değil, bende herkesin içinde özür dilemiş oldum:) olay bundan ibaret yani..

sıkma tatlı canını..küstün mü yoksa:)

1 Kasım 2006

ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM!

ah şu kertenkeleler...kelebekler..ve daha niceler..


evimin etrafını talan eden bu minik timsahçıklar canımı sıkmaya başladılar, evin içindeyken her ne kadar görmesem de bahçedeyken vıcır vıcır duvarlarda başımın tepesinde nasıl gezdiklerini görüyorum.çok kötü :( insanı bütün zerrelerine kadar huylandırıyorlar.benim onları gördüğümü farkettikleri zaman hemen donuyorlar sanki, hiç kıpırdamadan kalıyorlar öylece, bir gün inatlaştım bekledim birisinin başında, o mu pes edecek ben mi diye.daha fazla beklemek istemedim eve girdim anında geri çıktım kapıya, ki bakayım hala ordamı diye ama yerinde yeller esiyordu mübareğin.üç kağıtçılar da yani:) yuvaları da evin çatısı oluyor, açıp baksam kim bilir ne kadar kalabalıklardır..


birde minik kahverengi kelebekçikler bulunuyor aramızda,onlar
daha da kalabalıklar, dışarı çıkarken eğer kapının önündeki ışığı açık bırakmışsam eve döndüğümde kapıyı açmamı bekliyor oluyorlar, kışşş, mış desem de kaçmıyorlar, mecbur kapıyı açıyorum, hızlıca eve gireyim derken kafamı bir kaldırıyorum ki sürüsüyle kelebek... :( savaş başladı yine..elektrik süpürgesiyle çekiyorum hepsini acıyarak, eğer yerde tek tük kalmışsa kızım sağolsun, " anneee, ıyyyyy, haav"diyerek alıyor ve direk çöpe atıyor:) alıştık onlarla yaşamaya aslında...zaten başka şansım da yok:)