27 Aralık 2008

Ne Oldu Acaba?

Bir gün öğle saatlerinde pencerenin önünde kızıma yemeğini yediriyordum ki, feci bir fren sesi ile irkildik ikimiz de. Ani bir refleks ile camdan dışarı baktığımda pakistanlı bir adamın polis arabası ile önünün kesildiğini gördüm. Şaşkınlıkla neler olduğunu anlamaya çalışırken polis, belindeki silahını çıkarıp adamın kafasına dayadı. Bu arada eli ayağı da boş durmuyordu polis beyin. Pakistanlı adamı dövüyordu bir yandan da. Dayak yiyen ve kafasındaki silahın altında son anlarını yaşadığını düşünen zavallı adam bu korku ve çaresizlik içinde polise karşı direnemeyerek sadece "ene müslim, ene müslim" diye bağırıyordu. İlk bakışta bir iftira olayı izlenimini veren bu olayda enteresan bir de ayrıntı dikkatimi çekti. Bütün bunlar olurken gayet temiz giyimli ve efendi duruşlu bir suudi adam da pakistanlının yanındaydı ilk önce. Polis devreye girdikten sonra suudi adam olayı bir kaç adım geriden aynı efendilikle izledi sadece.
Netice mi? Netice; zanlı, polis arabasına patates çuvalı misali atıldıktan sonra meçhul istikbaline doğru ilerliyordu kaygılı bakışlarla...

29 Kasım 2008

Tembellik Etmemek Lazım!

Bütün blogcularda aynı durum. Kimden bulaştı bilmiyorum ama ben bu durumu yenmeye çalışan bir blogcu olarak zaman zaman da olsa bilgisayarımın başında kıvranıyorum bir şeyler yazabilmek adına. Esasında, yazacağım, sizlere anlatacağım o kadar çok şey birikti ki, lakin gel görelim anlatacaklarım için önce fotoğraflarımı yüklemem lazım ama nerede bende o gayret. Çok fena bir tembellik hakim üzerimde:( Allah hepimizi şevke getirsin. En azından isteyenleri, en başta beni:)

22 Ekim 2008

Okullu Minikler

Geçen hafta Arabistan'da okullar açıldı. Ramazan dolayısıyla biraz geç açılmış oldu. Kızımı bu ilk gününde yalnız bırakmadım elbette her anne gibi. Sabahın erken saatlerinde düştük yollara. Bu annelerin hakkı hiç ödenemez gerçekten. Okula vardığımızda büyük bir kalabalıkla karşılaştım. Okulun ortasındaki geniş meydana toplamışlar herkesi. Öncelikle öğrencilerin boyunlarına öğrenci kartlarını asarak sınıflara taksim etmeye çalışıyorlardı. İzdiham büyüktü bu yüzden bu pek de kolay olmadı. Öğretmenler çözümü anneleri ordan çıkarmakta buldular ve bizler çocuklarımızı bırakıp koridora geçtik. Her anne evladını uzaktan izliyordu. Kimi çocuk iki gözü iki çeşme ağlıyordu. Kimisi de çok mutluydu. Kimisi de şaşkın şaşkın bakınıyordu etrafa. Benim kızım da bunlardan birisiydi:) O şaşkın şaşkın bakarken bir bayan on cm'lik topuğuyla geldi ve Betülcüğümün parmağını ezdi. Olayı uzaktan gören ben, şimşek gibi fırladım kızıma doğru. Parmağı anında şişmiş ve morarmıştı. Ağlamaktan nefesi kesilmişti adeta yavrucuğun. Sebep olan dikkatsiz bayanı bir sürü çocuk olduğunu hatırlatarak biraz daha dikkatli olması için uyardım ve çocuğu alarak doktor odasının yolunu tuttum. Doktor ilaç sürdükten sonra tekrar yerimize döndük. Bu arada çocuklar iyice sınıflarına ayrılmışlardı. Artık yavaş yavaş sınıflarına giriyolardı ama asıl mesele bundan sonra başladı.

Ağlayan çocukların sayısı artmıştı. Üstelik artık sadece çocuklar değil anneler de ağlamaya başlamıştı. Bir anne sınıfta yerlerde yuvarlanarak ağlayan çocuğuna gizlice camdan bakarken kendisi de ağlıyordu. Çok acıklı bir tabloydu bana göre. Baktığım her köşede birileri ağlıyordu çocukları için. Aslında ağlanmayacak gibi de değildi. Bahsettiğim çocuklar üç ve dört yaşlarındaydı çünkü. Miniciklerdi henüz. Kendi kızım için ağlamayan ben neredeyse başka çocuklar için hatta anneleri için ağlamak üzereydim ki; minik bir erkek çocuğu sırtında çantası ile eteğime yapıştı. Çok ağlamış. Kıpkırmızı ve yaşlı gözleriyle gözlerime bakarak "feyn mama" demez mi? Hala gözümün önüne geliyor yaşlı gözleri:( Nasıl üzüldüğümü anlatamam. Çocuğu kucakladım öncelikle, kendisini nasıl yalnız hissetmişse hiç tanımadığı bana sımsıkı sarıldı. Sonra onu teskin etmeye çalışarak bir görevliye götürdüm ve teslim ettim.

Öğretmenleri bu konuda çok tebrik ettim gerçekten. Çocuklara son derece şefkatli yaklaşıyorlardı. Bazı öğretmenler çocukları susturabilmek için epeyce ter döküyolardı. Bir sınıfa camdan bakarken, bir öğretmeni ağlayan çocuğu susturabilmek için azarlamak yerine, bizim çocuklarımıza evde kimse yokken yemek yedirebilmek için yaptığımız komik hareketlerden yaparken gördüm. Yazık, öğretmen beni görünce mahcup oldu gülümseyerek ama ben ziyanı yok hepimiz yapıyoruz yeri gelince der gibi bir el hareketiyle devam etmesini söylüyordum:) İlk hafta okula her gün gittim. Bazı öğrencileri tanımıştım artık sima olarak. Her gün ağlıyorlardı yavrucaklar... Kimi anne gördüm ki çocuğunu ilk gün getirip bırakmış ve evine dönmüştü. O çocuğu tahmin edin artık. Kapıda dışarı çıkmak için görevli bayanla boğuşuyordu gözyaşları içinde. Annesinin işi gücü vardır desem o zaman çocuğunu işi olmadığı bir gün getirsin okula. Acelesi yok ki. Bir kaç günle bir şey olmaz. O yaşta ki bir çocuğu hem de kız çocuğunu okula bırakıp gitmek cesaret ister bence.

Bu arada okulda bir Lübnanlı bayanla tanıştım ve arapça konuştum:) Şimdiye kadar konuştuğum en güzel arapçaydı diyebilrim. O bayan bana ilham mı verdi nedir anlayamadım. Bu yüzden tekrar görüşmeyi düşünüyorum onunla en kısa zamanda.:) Kendisi de farketti zaten, çok güzel konuşuyorsun dedi. Beni sevindirdi sağolsun. Çok da samimi ve sıcak bir arkadaştı. İlk görüşmede insanın birisine içinin ısınması pek kolay bir şey değildir. Bu yüzden bu fırsatı kaçırmamam lazım. Yeni ortam yeni arkadaş demek. Yeni arkadaş mutluluk demek:) Bu Lübnanlı arkadaştan öğreneceğim çok şey var. Ben bir öğreneyim, Türkiye'ye dönünce ablamlara falan da öğretmeyi düşünüyorum, sevaptır.:))

12 Ekim 2008

Sevemedim Şu Düzeni

Bir çok kişi bilir sanırım Arabistan'da hayatın gece başladığını, insanların gündüz uyuyup akşama doğru kahvaltı yaptıklarını, yatsı namazından sonra çarşı pazar işleri ile uğraştıkarını, sabah namazı vaktinde de herkesin evine döndüğünü. Hiç sevemedim bu düzeni, hiiç!
Günün bütün bereketi uçup gidiyor. İnsan aptal gibi oluyor. Uyandığınızda güneşin batmak üzere olması çok kötü bir şey, utanç verici.Normal zamanda elimden geldiğince uymuyorum bu düzene fakat ramazan ayından yeni çıktık ve ramazanda uymak zorunda kalıyor insan. Başka çare bırakmıyorlar. Sözüm ona güne başladığımda iftar diye kahvaltı hazırlıyordum. Çocuklarda bu düzene ayak uyduruyorlar elbette. Zaten uykuya düşmanlar. Bayılana kadar bekliyorlar artık. Böyle bir fırsatı bulmuşlar, uyurlar mı hiç?
Hadi ramazan geçti,hatta on gün oldu ama ben yoğun çabama rağmen istediğim düzeni kuramadım henüz. Hala ramazandaymışız gibi yaşıyoruz maalesef. Moralimi en çok bozan şey ise çocuklar. Her gün biraz daha erteliyorlar uykuyu. Sabahın yedisinde uyuyup akşamın altısında zorla uyanmalarından çok sıkıldım. Kendimce çözüm yolları denedim. Saat kurarak erkenden uyandırdım ki gün boyu uykusuz kalsınlar, akşam olunca bayılsınlar diye, ama ne akşam bayıldılar, ne de ben onları gün boyu uyanık tutabildim. Bu çok zor bir şey. Narkoz almış gibi oluyorlar uykudan. Gece öyle olsalar ya. Günlerce bir çok yolu denedim ama galip gelen hep onlar oldu. Her geçen gün biraz daha acımasız oluyordum ve en sonunda aklıma parlak bir fikir geldi.
Bir çok arkadaşımı bunu yaptıkları için uyarmıştım zamanında ama insan bazan çaresizlikten yapıyormuş meğer. İşte ben de o çaresizlerden birisi olarak eczaneden uyku şurubu aldım ve içirdim onlara. O gün çok mutluydum çünkü hayalimde şurubun etkisinden erkenden bayılacaklarını düşünmüştüm gün boyu, sabaha kadar uyanmazlar artık diyordum lakin hiçte öyle olmadı. İlacın zerre kadar bile etkisi olmadı bu canavarlarda. İlacı da yendiler yani. Ne biçim uyku şurubuysa. Akşam kızım uyanınca, "Anne yaa, ne çabuk gece oluyor" demez mi bir de. Eninde sonunda o ilaç şişesini ben kafaya dikeceğim ve günlerce uyuyarak bu canavarları unutucağım o olacak yani.
Hiç sevmiyorum bu düzeni hiiç!

6 Ekim 2008

Ramazanın Son Günleri

Türkiye'den döndüğümüzden beri göçebe hayatı yaşıyoruz sevgili blogcu arkadaşlarım. Allah sizi inandırsın, koskoca mübarek ramazan ayında tam iki kez ev taşıyıp yerleştirdim. Bildiğiniz ev taşıma yani. Hayallerimdeki ramazanla hiç alakası yoktu geçirdiğim ramazanın. Mekke, Medine yanı başımda ve müberak ramazan ayında ben oralara doğru düzgün gidemedim bile. Eşya toplamaktan ve temizlik yapmaktan pek fırsatım olmadı.Allahtan ramazanın son günlerinde Medine'de beş teravih kılabildim. Mekke'de nasip olmadı. Bayram namazında gidebildik Mekke'ye de.Medine çooook güzeldi. Bambaşkaydı. Bayılıyorum Medine'ye. İnsana farklı bir huzur veriyor. İftar sofraları, teravihler, son on gün kılınan gece namazları, arkasından kılınan sabah namazları...Bütün bunları anlatmadan önce Mescid-i Nebevi'den bir kaç fotoğraf sunmak istiyorum.


Babüsselamdan (selam kapısı) Efendimize selam vererek içeri girelim.

Cemaat kalabalık. Beyler sakin sakin huşu içinde namaz kılıyorlar. Tabi çoluk çocuk olmazsa ben de böyle kılarım namazımı. Resmin taaa arkasına bakın, tahta ile bölünen bir kısım var.İşte orada zavallı bizler namaz kılmaya çalışıyoruz:(

Mescid-i Nebevi'nin bahçesine kocaman şemsiyeler yapılıyor. Yukarıda tamamlanmış bir şemsiyeyi açılırken görüyorsunuz.

Bu şemsiyeler henüz bitmemiş. Gördüğünüz gibi iskeletleri hazır sadece.

Bitmiş ve açılmış bir şemsiye. Desenlerini bile görebilirsiniz:)

Biraz daha uzaktan görünümü. Bahçenin her yeri böyle olacak galiba.

Yazıma, iftar sofralarından başlamak istiyorum. İkindi namazının akabinde insanlar iftar açacakları sofranın kurulacağı yere doğru ilerliyorlar. Zaten hazırlıklarda gecikmeden başlıyor. Aksi takdirde o kadar insanın sofrası iftara yetişmez. Türkler çok fazlaydı mescidde. Bunu sadece ben değil herkes söylüyordu. Maşaallah dikkat çekmeyecek gibi değildik. Üstelik bu kez çok daha şuurlu gördüm türkleri. Hepsi olmasa da büyük bir kısmı daha bir dikkat ediyorlardı hallerine. Mesela tesettürlerine. Geçen seneye kadar türk bayanlar giydikleri kıyafetlerle ben burdayım derlerdi adeta. Fakat bu kez abaya tabir edilen, bu yaz Türkiye'de de bir çok kişinin kullandığını gördüğüm siyah pardesü ve örtü kullanıyorlardı. Bazı türkler bunu, araplara özenti ve onlara benzemeye çalışma, taklit olarak görseler de bence doğru olan bu. Siyah şart değil elbette ama dergiden fırlamış gibi de gezilmemeli buralarda.Herkesin siyah giydiği bir yerde,hele ki alelade bir yerde değil, Mekke ve Medine'de eğer beyaz pantolon, beyaz tunik ve koca bir topuzun üstüne gelişi güzel attılmış şalla tavaf ederseniz, (ha bir de makyaj var tabi, çok değil ama hafifcecik) çocukluğunuza inelim derim ben. Bu arada burdan da hemen duyurayım, buraya gelip de bu şekilde giyinmeyi düşünenler varsa, arap hatunlar türk hatunlara haklarını haram ediyorlarmış. Benden söylemesi.

İftar sofraları başlı başına bir hizmet Medine'de. Mescidin içinde bu sene hiç iftar yapmadım, bu yüzden bahçesindeki sofralardan bahsedeceğim size. Çeşit sofraya göre değişiyor. İstanbul sofrasında iki kez açtım orucumu. Genelde pilav, tavuk, yoğurt,meyve suyu oluyordu.Sofrayla ilgilenen bayanla sohbet ettik biraz. Bu sofrada ve daha bir çok sofradaki bütün masrafı hayırsever suudiler karşılıyorlarmış. Bir de, Türkiye'den umre için gelen bir çok eski arkadaşımla da karşılaştığım bir sofra var. Orayı bulunca ayrılmadım zaten. Yıllar önce, uzun zaman beraber kaldığım arkadaşlarımla, Mescid-i Nebevi'de, iftar sofrasında oturup, ezanı beklerken Türkiye'deki arkadaşlarımızı arayıp hava atacağımız hiç aklıma gelmezdi:) Lafı gelmişken söyleyeyim, üstümde kalmasın: "Abla Esmanur Ablanın çok selamı vardı sana :)" Gelelim sadede; bu sofra çok zengin oluyor. Medine'de yıllardır oturan Türklerin evlerinde pişirdikleri yemekleri ikram ettikleri sofra.Sofrada bir sürü çevre edindim kendime. Öyle mutluyum ki bu yüzden. Hatta bir teyze var ki, onda annemin sıcaklığını hissettim, çok sevdim. Belki annemi özlediğim içindir,üstelik isimleri de aynıymış.Hatta eşinin ismiyle de babamın ismi aynıymış. Ne büyük tevafuk:)Bu sofranın hemen yanında başka milletlerin sofrası oluyordu. Bizim oturduğumuz sofraya gelip yemeklerden istiyorlardı, ramazan günü elbette boş çevrilmez. Kendi önümüzden alıp veriyorduk ama ne acı ki, verdiğimiz yemekleri iftardan sonra çöpte görüyorduk. Bazan da yemeklere bakıp etli değilse hiç almıyorlardı zaten. Allah akıl fikir versin. Etteki şu lezzeti bir ben anlayamadım zaten.

Kamet sesiyle insanlar kendine geliyordu. Herkes yemeğe öyle bir gömülmüş oluyordu ki, namaz olmasa bence yatsıya kadar devam ederdi sofra faslı:) Hatta bir kısım insanlar, namazdan hemen sonra dönüp devam ediyorlardı yemeğe. Zaten namazımızı yemek yediğimiz yerde kılıyorduk çaresiz. O kadar kısa sürede sofrayı toplayamazdık. Namazı nerdeyse sofranın içinde kılacaktık artık. Bazılarının abayalarını ayranlı falan görüyordum namazdan sonra. Biraz dikkatli bakan olsa menüyü abayanın etek uçlarından anlayabilir aslında:) Namaz kılarken arap bayanlar çok ilginç davranışlarda bulunuyorlar. Mesela çocuk mu gitti, hiç probem değil, namaz kılan annesi hemen gider alır ve namaza kaldığı yerden devam eder veya hemen önünde çocuk arabasına koyduğu yavrusu anne namazdayken arabadan inmeye mi kalkışıyor, önce bir kaç kez el uyarısı yapılır ve ardından hafifçe itilir ayağa kalkan çocuk oturması için. Bu da mı yetmedi, o zaman çocuğu iki eliyle biraz havaya kaldırıp bir kaç kez silkeleyen sinirli annesi sonra da süratle arabaya adeta yapıştırır masumcağızı. Hadi yine kalksın da göreyim bakalım:) İşte bu kadının yüzünden neredeyse namazım bozuluyordu. Bunlar insan da huşu falan bırakmazlar. Zaten sofrada kılınan, ve her tarafınızdan çeşitli ağıt tarzlarıyla zırlayan çocukların olduğu bir namazdan ne kadar huşu beklenir ki ? Böyle havalı havalı konuştuğuma bakmayın, bunlardan iki tane de bende vardı. Bazan arap hatunlar gibi yapmak istemedim değil hani. Birisi cevaz verirse çok makbule geçecek yani:)

Akşam namazından sonra yemeğe devam edenler ediyordu, ben hemen bulduğum yoldan kaçıyordum otele doğru. Teravihe kadar vaktimiz vardı. Hazırlanıp ancak yetişiyordum mescide. Bahçesine girerken bazan namaz başlamış oluyordu. İkinci rekatına yetişmek için çocuk arabasıyla koşar adımlarla ilerlerken, bazı türk bayanların yüzünden son rekatına yetişebiliyordum ancak. Bizim bu türkleri buraya getirmeden önce kafile hocalarının falan biraz bilgilendirmesi lazım bence. O kadar insan saf tutmuş namaz kılıyorlar omuz omuza. Öyle kalabalık ki maşaallah, yer bulmakta hep zorlandım ama bazı türkler gidiyorlar geniş geniş ön tarafda üç beş kişiyle saf tutuyorlar. Sanki o kadar insan orda namaz kılmayı bilmiyor. Bir kişi de uyarmamış bunları imamın önünde saf tutulmaz diye. Ayıptır söylemesi bir ben, bir de bir temizlikçi vardı sağolsun. Her gün yılmadan bir sürü kişiye söylüyorduk, bazıları namazı bozup teşekkür ederken bazıları da namazda gülmekle yetiniyorladı, "ne diyor ya bu?" dercesine.
Teravihi iki imam kıldırıyor. Yarısında değişiyorlar. İlk onunu kıldıran imam daha yavaş kıldırıyordu. İkinci onu kıldıran imam da daha yüksek sesle okuyordu sureleri. Saat onbire doğru bitiyordu teravih. Çocuklarla pek kolay olmuyordu elbette ama hiç bir zorluk Efendimizin yanında mübarek ramazan ayında teravih namazı kılmak gibi bir şerefden alıkoyamazdı bizi.

Saat bir gibi başlayan gece namazı on rekat kılınıyordu ve saat üçte bitiyordu. Her rekatta üç sayfa okunuyordu ama hakkını vererek okuyordu imam. Öyle güzel geliyor ki insanın kulağına, ah bir de manasını anlasam diye çok iç çektim namazlarda. İnsan anlamadan böyle duygulanıyor, bir de anlasak nasıl bir lezzet alırız Allah kelamından. Öyle anlar var ki, namaz kılarken imam dakikalarca boğazındaki düğümün çözülmesini bekliyor sureye devam etmek için. Arkasındaki cemaati siz düşünün artık. Bir gün bilir bir kişiye sormuştum, hangi ayetlerde ağlıyorlar diye, azap ayetlerinde ağladıklarını söylemişti. Bu kez dikkat ettim gerçekten de ağladığı vakit, ayette geçen azap kelimesini okuyordu imam. Dünyada böylesine ağlayan gözlerimizi cennetinde çok güldür Allah'ım.

İki saat süren bu eşsiz gece namazının akabinde cemaatin geneli otellerine dinlenmeye çekiliyordu.İsteyen sabah namazına kadar beklemeyi tercih ediyordu.

Sabah, namazdan sonra öğlene kadar Ravzayı Mutahhara hanımlara açılıyordu. Fakat ben henüz Hacer-ül Esvedi göremediğim gibi Efendimizin mübarek kabrinin yanına da varamadım. Hanımlara açılıyor diyorum ama malesef bazı hanımlar bu gibi konularda akl-ı selim davranamıyorlar. Ravzaya giren bir arkadaşımın anlattığına göre, ağlayanlar, üstünü başını parçalayanlar, dövünenler, ağıt yakanlar oluyormuş. Polislerin yerinde olsam tutarım kollarından ve dışarıya çıkarırım bu gibi kadınları. Bir de resmini basıp kapıya asarım, bu kişi bir daha ravzaya alınmayacak diye. İşte bu gibi hanımların yüzünden bizlere de herşey yasak burada. İşin esası, Efendimize edilen dua, salatı selam nereden olsa gider elbette, fakat senelerdir burada yaşayıp da, hala kabrinin yanına gidememek üzüyor beni. Biraz da benim tercihim elbette. Daha doğrusu karşılaşacağım kötü durumlardan çekinmek. Böyle bir izdihamın içine girmemin bana faydasından çok zararı olur, bir sürü günaha girerim. İyisimi beş on metre uzağından dua etmek. Belki bir an gelir ki, sakince girer kavuşurum Efendime, kabrinin başında duamı ederim. Yanında namazımı kılarım. Hep hayallerimde kalmaz elbette.

Kadir gecesi gelip çatmıştı Medine'de. Mescidde, hiç görmediğim kalabalığı görmüştüm o gece. Aynı zamanda hiç görmediğim kadar suudi görmüştüm. Sanki bütün Medineli o gün Efendimize koşmuştu. Her tarafta suudiler vardı. Bizim türkler bile aralarında kaybolacaktı neredeyse, o kadar çoklardı yani maşaallah. Ümmet-i Muhammed sabaha kadar ibadet etti o mübarek gecede, o mübarek beldede, o mübarek mescitte.

Bayramda Medine'de değildim. Henüz yeni kavuştuğum evime döndüm arefe günü. Döner dönmez misafirlerim başladı. Misafir ağırlamayı da çok özlemişim.Bayram namazı için Kabe'ye gittik. Gece erken saatte gidelim ki trafiğe yakalanmayalım dedik ama olmadı. Her saatte trafik yoğun oluyormuş. Bayramda Mekke' de türk çok azdı. Neredeyse hiç göremedim. Geneli Medine'ye geçmiş ve Türkiye'ye de oradan uçacaklardı. Bayram sabahı Kabe çok kalabalıktı. İkinci katında minicik bir araya giriverdim namaz için. Önceki senelerde Medine' de yine bir bayram sabahı gördüğüm minik kızlardan burada da gördüm. Yine kabarık elbiselerini,gelinliklerini giymiş, kuaförde yeni yapılmış saçlarıyla nazlı nazlı süzülüyorlardı kalabalığın arasında huri misali. Teyzelerine hurma, şeker ikram ediyorladı. Bayram olduğunu tam hissettiriyorlardı. Çocuklar için hediye paketleri hazırlanmış bir sürü, görevliler kalabalıkta dolaşıp gördükleri çocukları sevindiriyorlardı. Bazı hayırseverler de ellerideki bir tomar bir riyalleri dağıtıyorlardı çocuklara. Bayramda Kabe çok güzeldi, gerçi Kabe'yi hiç göremedim o gün. Güya namazdan sonra sakinler ben de aşağıya iner biraz Kabenin karşısında otururum demiştim ama dışarıya çıkana kadar bile öldüm, öldüm dirildim. Çıkışta herkes birilerini bekliyor veya bulabilmek için oradan oraya koşuşturuyorlardı. Telefonlar da kilitlenmişti, kimse kimseye ulaşamadı. Trafik de yine tıkanmıştı, fakat bu kez kalabalıktan değil. Devlet büyükleri çıkıyordu bir çok binadan, bir sürü protokol plakalı araçlar oradan oraya gidiyordu. Saat dokuza kadar yol kenarında bekletildik arabamızla. Protokol amcalar geçtikten sonra trafik seyri de normale döndü. Cidde'ye vardığımızda saat on olmuştu. Sözlerimi bitirirken parmaklarımın ne kadar yorulduğunu farkediyorum ve hepinizin geçmiş bayramını tebrik ediyorum.

2 Ekim 2008

iki arada bir derede

hepinizin bayramı mübarek olsun blogcu arkadaşlarım. ramazanın, bayramın nasıl geçtiğini en yakın zamanda anlatacağım size. bu günlerde çok koşturmaca geçiyor günlerim. şu anda bile ne şartlarda yazdığımı görseniz gözleriniz dolar belki de. ama napayım. içimdeki bu yazı yazma sevgisi beni bu hallere düşürüyor. bu arada cenk ünal beyefendiyede iyi bir fırsat oldu bu yazı. bol bol dil kurallarına temas edebilir:) şimdilik maesseleme...arapça yazmama anlamadıkları için kızanlar olabilir diye türkçesinide yazayım. selametle.

9 Eylül 2008

Kabe'de Ramazan

Cuma günü Mekke'ye gidip umre yapmak nasip oldu çok şükür. Mekke çok kalabalık ve çok sıcaktı. Resmen yanıyordu.Herkes telaş içinde, Kabe'de bu ramazan günü nasıl daha çok ibadet edebiliriz düşüncesiyle koşuşturuyordu.

Yetkililer boş durmamışlar, sağosunlar. Say yerinde genişletme yapılmış, iki katına çıkarılmış. İyiki de yapılmış. Eskiden o dar yere nasıl da sığarmış insanlar hayret! Bu kadar yere bile zor sığılıyor halbuki.

Aşağıdaki resimlerde sizlere de değişikliği anlatmaya çalışıcağım.
Merve tepesinden çekilen bu resimde gördüğünüz alan, eskiden gidiş geliş olarak kullanılan alanın hemen hemen tamamıydı. Şu anda sadece geliş olarak kullnılıyor.

Yine merve tepesinden benzer bir resim

Burda da biraz tepeden çekmeye çalıştım.

Burası Safa tepesi. Kalabalık resim de nasıl gözüküyor bilemem ama hakikatte anlatılmaz yaşanır. Fotoğrafları çekmek için olduğum yerde bir kaç saniye beklemek bile çok zor.

Resimlere bakınca yine canım çekti, Rabbim tüm isteyenlere ve bana tekrarını nasip etsin.

Sabah namazından çıkarken havaya kaldırılmış cep telefonuyla çekilen bir resim. Namazdan çıkan cemaat akıyor sokaklara doğru. Resim biraz tuhaf çıkmış ama o şartlarda daha iyisini çekemezdim.

Burada da, yukarıdaki resimde gördüğünüz cemaatin ön kısmı görülüyor.
Elimden gelse her anı fotoğrafa çekip sizlere göstermek isterim ama mümkün değil tabi. Zaten Kabe'nin içinde sürekli fotoğraf çekmek hoşuma gitmiyor. Maneviyatı bozuyor sanki. Buna sebebiyet vermek istemediğim için ancak bu kadar çekebildim şimdilik. Zamanla yine çeker yine yayınlarım inşaallah.

Hayırlı Ramazanlar

Sözlerime blog camiasında klasikleşmiş cümlelerle başlamak istiyorum;
Uzun zaman oldu yazmayalı. Belki son postumu, bir bahar sabahında bile yazmış olabilirim, hatırlamıyorum.
Tatil dönemi diyebiliriz, vakit sıkıntısı diyebiliriz, ortam sıkıntısı diyebiliriz, çoluk çocuk bile diyebiliriz:) Bir sürü bahanem var anlayacağınız. Fakat tek bilmenizi istediğim şey; aklım hep blogumdaydı.
Arada bir uğruyordum buralara. Sizleri de ziyaret ediyordum ve çok üzülüyordum. Ben Türkiyeye gittim, gezdim, gezdim, gezdim, aylar sonra Arabistana geri döndüm ve bilgisayarımın başına oturduğumda herkesi bıraktığım gibi buldum. Öyle boşalmış ki bloglar, kimi tıklasam aylar, yıllar önceki yazısı hala sebatla bekliyor sayfasında. Herkesin blogunun boynu bükülmüş. İçim acıdı.
Eski günleri yâd ediyorum bazan. Heeey gidi günler heey...Bence herkes şöyle bir sirkelenip kendine gelmeli. N'oldu size blogcu arkadaşlarım, dostlarım? Hiç biriniz yoksunuz. Hatta şu anda kendi kendime konuşuyormuşum gibi geliyor inanın. Bu derece yani:(
Daha ne diyeyim bilmiyorum ki. En kısa zamanda eski günlerimize dönmek ümidi ile...

17 Temmuz 2008

Çok Özledim

Türkiyeye geldiğim ilk günün sabahında içimde hasret ateşi yanmaya başlamıştı.
Her geçen gün daha da artıyor.
Çok özlüyorum Mekke'yi, Medine'yi.
Şu anda oralarda olmayı çok isterdim.


Bir yandan da korkuyorum bir daha gidemem diye. Allah muhafaza. Türkiyeye kesin dönüş yaptığımızı düşününce bile bir tuhaf oluyorum. Keşke hep orda kalsak. Şahane olur. Oralara doyum olmaz elbette ama Rabbim beni ve tüm isteyenleri Mekke'ye, Medine'ye uzak etmesin,hasret bırakmasın.

12 Temmuz 2008

Güzel Gören, Güzel Düşünür

-fıkra tadında-

Yeni doğan torununun ilk günlerinde düşmek üzere olan göbeğini gören tecrübeli anneannesi bebeğin annesine döner :

" Maşşallah, göbeği tez düşecek bunun." diye mutluluğunu dile getirir.

Aradan geçen üç beş güne rağmen bebeğin göbeği bir türlü düşmeyince, bu kez bebeğin annesi,anneannesine:

" Ya anne, neden daha düşmedi bu çocuğun göbeği?" diye sorunca, anneannesi göbeğe şöyle bir bakar ve:

"Maşşallah maşşallah, göbeğinin kökü çok sağlammış kızım." der bu kez. :)

21 Haziran 2008

Son Saniyede, Allahın Mucizesi

Lay lay lay lay lay lay lay laaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaay Türkiyeeee!
Ayet-el kürsi okumaktan dilimde tüy bitti belki ama rabbim dualarımızı karşılıksız bırakmadı çok şükür. Galibiyetimiz mübarek olsun. Allah sonunu getirsin inşaallah.

31 Mayıs 2008

Şimdi Tatil Zamanı

Annemi, babamı, kardeşlerimi... çok özledim. Gidip biraz hasret gidermem lazım. Blogumu ihmal edermiyim bilmiyorum. Benim işim pek belli olmaz, geçen sene yaz tatilinde hiç göstermediğim bir performansı göstermişdim ve her gün yeni birşeyler yayınlamıştım ama bu sene aynı başarıyı gösterebilirmiyim bilemiyorum. Ne desem yalan olur, bekleyelim, görelim:) Eğer yazamazsam, şimdiden tıklayıp tıklayıp yeni bir yazı göremeyenlerden çok özür dilerim. Her fırsatta yazmaya çalışacağım inşaallah.

Hadi ben gidiyorum, daha doğrusu geliyorum:) İyi yolculuklar bana....


Allaha emanet olun.

24 Mayıs 2008

Sanduk-u Yardım


Bu gördüğünüz sanduk bes libaslar için. İnsanlar, kullanmadıkları libaslarını bu sanduğa bırakıveriyorlar, muhtaç olanlar da gelip burdan işlerine yarayanları alıyorlar. Çok güzel bir yardımlaşma örneği. Kimse, kimseyi mahçup etmeden yardımda bulunmuş oluyor ve alanlar da utanıp sıkılmadan, daha da güzeli seçme hakları olarak ihtiyaçlarını gideriyorlar. Tabi biraz daha temiz ve itina ile yapılabilirdi ama hiç yoktan iyidir. Buna da şükür, yine de tebrik etmek lazım.

10 Mayıs 2008

Mekke Yıkılıyor

Bu günlerde Mekke semalarında toz toprak hakim. Haremin etrafı genişçe bir alan olmak üzere yıkılıyor. Haremin çevresi yeniden yapılandırılıyor. Bu yüzden haremde salgın hastalık yüz göstermiş. Hususuan çocukları etkileyen bu salgın mikroptan dolayı ben malesef gidemedim. Madem gidemedim ben de Mekkenin dağını taşını çekeyimde blogumda okuyucularımla paylaşayım dedim. Hem böylelikle gelemeyenler Mekkenin nasıl dağlık bir şehir olduğunu görmüş olurlar diye düşündüm. Fakat hayırsever bir arkadaş benim için Kabeden de fotoğraflar çekmiş. Gidemediğim için çok üzüldüğümü görünce bari fotoğraflarla göstereyim demiş sağ olsun. Ben de bencillik yapmayıp sizlerle paylaşıyorum.:)
Ortalık sakin... Tam istediğim gibi. Keşke ben de gidebilseydim. Bu fotoğrafı görünce daha da çok üzüldüm gidemediğim için. İş makinalari da ardarda dizilmiş.

Burası haremin bahçesi. Çevredeki enkazlar bir zamanlar oteldi.

Solda gördüğünüz mavi camlı otel haremin tam karşısındaki otel.

...ve yıkılmayı bekleyen oteller

Yine haremin bahçesinden görünen iş makinaları.

Bu oteli yıkmayı unutmuşlar mı ne? Belki de hatırası vardır:)

Trafik de bu kargaşanın altında ilerliyor.


Şehrin hemen hemen her yerinde iş makinalarını görmek mümkün.

Gelelim benim fotoğraflarıma. Kendi imkanlarımca ancak şehrin hareme uzak kısımlarını çekebildim bu kez sizin için.

Dağların arasına inşa edilen evler. Hatta üzerine... Dağları delip tüneller yapmışlar, tünellerin üstüne de evler yapmışlar.

Gördüğünüz gibi Mekke çok dağlık bir şehir ve Mekke'de inşaat hiç bitmiyor.
Bu seferlik de bu kadar. En yakın zamanda görüşmek üzere.

2 Mayıs 2008

İdama Mahkum Edilen Türk Berber

Şu aralar hepinizin de bildiği gibi Ciddede berberlik yapan bir türk, idama mahkum edilmiş durumda. Haberlerde söylendiğine göre mısırlı komşusunun: "Allaha küfretti" iftirası yüzünden idama mahkum edilmiş türk berber. Hepimiz böyle bir haberin karşısında elbette sinirlenir kızarız. "Bu nasıl bir adalet, nasıl bir karar? Bu kadar ucuz mudur insan hayatı? Hele ki Arabistan gibi dini diyaneti iyi bilen ve yaşayan bir ülkede Allahın verdiği canı almak bu kadar basitmidir?" deriz. Bu hususda kulağıma gelen bir duyumu sizinle paylaşmak istedim.
Bu türk berber mısırlı komşusuyla arasında geçen tartışmada gerçekten de Allaha küfretmiş. Daha sonra olay yerine gelen din polislerine de küfretmiş ve netice de hapse atılmış. Mahkemeye çıktığı zaman da hakim: "pişmanlık göster" dediği zaman pişman olmadığını ve Allah'a inanmadığını tekrarlamış ve mürtedlikten dolayı da idama mahkum edilmiş.
Bu söylediklerim benim için sadece duyum. Sizin için de öyle olmalı elbette. Üzerinde çok tartışılan bir konu olduğu için her türlü fikri savunan insanlar var. Ben de fikrinizi savunurken biraz daha geniş düşünebilmeniz için böyle bir şey yazmak istedim. Hakikati Allah bilir.

29 Nisan 2008

Çok Özlüyorum O Günleri

Hayatımın en güzel günleriydi o günler, şimdiler de ise sadece hatıralarda kaldı... Çok özlüyorum o günlerimi.

Teheccüdde okuduğun cevşeni, sabah namazında da tesbihatını dinlemek için oturduğum kuru merdivenleri özlüyorum. Zaten geceler boyunca vird sesin dinmezdi, ne zaman uyurdun kimse bilmezdi.

Dışarıya çıkacağın vakit, merdivenin direklerine vururdun akik yüzüğünle, o yüzüğün sesiyle kaçışırdık her tarafa ama ben kaçmazdım. Sana kapıyı açan, ayakkabılarını çiftleyen ben olabilmek için kaçmazdım. Senden dua isteyebilmek için hiç bir fırsatı kaçırmazdım. Kalp hastasıydın, doktor her basamakda iki dakika dinlenmesi lazım dese de, sırf bizi rahatsız etmemek için var gücünle çıkardın merdivenleri, bu gücünü de çıkarken ki zikrinden alırdın belki de... Hiç susmazdı ki dilin, sürekli zikrederdin merdivenleri bile çıkarken.

Telefonlarına çıkmayı hem ister hem istemezdik, belli olmazdı, bazan sorular sorardın bize, cevaplayamazsak da çok mahçup olurduk elbette ama öyle şefkatliydin ki, mahçubiyetimizi görmemezlikten gelerek gülümserdin.

İzin almalarımız da vardı, bunlar içinde seni rahatsız ederdik bazan, herkes benim kadar cahil değildi, cesaret edemezlerdi pek, yanına gelip kapıdan utangaç bir ses tonuyla bir şeyler için izin istemeye. Sen de seslenmezdin hiç, biraz da bundan cesaret alırdım belki de. Şimdi düşünüyorum da ben de ayıp etmişim aslında, yaşımın küçüklüğünden gelen çocukluktan olsa gerek. Babam gibi görürdüm, zaten sen de baba şefkatiyle yaklaşırdın hepimize, hayır demeye çekinirdin bizi üzmemek için. Hatırlıyorum da; bir keresinde sırf bu yüzden bir saatten fazla kırmadan ikna etmeye çalışmışdın beni. Ama dedim ya, çocuktum işte. Şu anki aklım olsa hiç yorarmıydım seni. Şimdi nasıl mahçubum anlatamam.

Herşeyimizi düşünürdün. En ince ayrıntısına kadar.Üşümemiz seni de üşütür, terlememiz seni de terletir, yorulmamız seni de yorardı. Bütün bir ömrünü adamışdın bu yola.Hizmet adamıydın, dağ gibiydin.

Vefat ettiğin gün o acı haberle onbinlerce insan kan ağladı senin için. Bu son ve kutlu yolculuğunda yanında olabilmek için insan seli aktı yanına doğru. Çok büyük bir acıydı bu bizim için.Kaybımız çok büyükdü, hepimizin abisi, babası veda etmişdi bizlere. Dostuna doğru yola çıkmışdı. Kim almaya gelmişti seni acaba, en çok da bunu merak ediyorum. Belki de Efendimiz elinden tutmuşdur Hakk'a doğru götürmek için seni. Allahım, ne büyük bir saadet. O gün hiç birşeyi istemediğim kadar istemişdim yanında olmayı. Çok imrenmişdim sana. Sanki ölsem ben de seninle gelirmişim gibi geliyordu . Sanki beni bırakmazmışsın gibi geliyordu. Allahım dedim bizlere de böyle ölmeyi nasip et. Bizlere de sana böylesine nurlu bir yüzle gelebilmeyi nasip et diye çok dua ettim.

Bizlere veda edişinden sonra kıymetini çok daha iyi anladık. Çok üzülüyoruz sen yoksun diye, çok özlüyoruz seni. Ahirette kavuşmak ümidiyle...
Nur içinde yat...

18 Nisan 2008

Medine'de Bir Cuma Günü

Geçen haftalarda bir cuma günü Efendimizi ziyarete gittiğimizde çekmiştim bu fotoları. Umreciler çok artmış maşaallah. Hele türkler çok fazlaydı. Nereye baksam türk görüyordum. Acaba ben görmek istediğim için mi böyle görüyorum diye yanımdaki Medineli arkadaşıma da sordum ve aynı şeyi O'da söyledi. Türkler çoğunluktaydı. Buralarda türk görmek yakın bir akrabanızı görmek gibi birşey oluyor zamanla. Bu yüzden türk gördüğüm zaman çok mutlu oluyorum. Yakın geçmişe kadar mescide gittiğimde yanına oturmak için gözüm türk ararken, şimdilerde nereye otursam yanımda türk oluyor. Sohbet ediyoruz biraz. Beni uzaktan gördüklerinde kıyafetim itibariyle arap sanıyorlar, türk olduğumu anlayınca çok şaşırıyorlar ilk önce. Sonra imreniyorlar, " Ne şanslısın, bu yaşta buralar nasip olmuş "diyorlar. Sonra da acıyorlar, "yazık sana bu yaşta anne baba hasreti çekiyorsun" diye üzülüyorlar benim için. Hatta işi iyice abartanları teselli etmekde bana düşüyor yine. "Üzülme teyzecim, ben burda çok mutluyum, hem isteyince annemin yanına da gidebiliyorum" desem de, inanmaz ve yaşlı gözlerle bana bakmakta direniyor yaşlı teyzeler. İlla beni de ağlatacaklar yani.

Her neyse, konuyu iyice dağıttım, gelelim mübarek şehir Medineye;

Cuma namazını kılmak üzere cemaat mescide giriyor. Kalabalık muazzam...

Yeşil kubbe ışıldıyor güneşin altında...




Yeşil sancaklarının altında toplanan iranlı bir kafile...

Bunlarda benim ülkemin insanları. Nasılda güzel yürüyorlar. Maşşşallah.

Klasik bir yelekli teyze:) Yeşil kubbeye doğru ilerliyor yaşlı teyzem. Aslında her yaşlı teyzenin yanında bir de yaşlı amca oluyordu ama bu teyze amcamı kaybetmiş galiba:) Yazık:(






Bu seferlik de bu kadar..Yakında Kuba mescidinde buluşmak üzere esen kalın:)

6 Nisan 2008

Arabistan' da Trafik Kurallarına Uymayanın Vay Haline!

Yakın zamana kadar Arabistan'da trafik kuralları pek yok gibi duruyordu. Uzaktan bakınca, herkes kafasına göre aracını kullanıyor gibi gelirdi insana. Ama artık öyle değil. Aldığım istihbarata göre, 1 Muharrem 1429 tarihinden itibaren trafik cezalarında artış olmuş. Yeni cezaları mutlaka bilmeniz gerekir bence. Hiç öyle :" Ben ne yapayım ordaki trafik cezalarını "demeyin. Hiç belli olmaz, herşey insanlar için. Olurda bir gün , Arabistan'ın trafiğinde araç kullanırken, kırmızı ışık ihlali yaptıktan sonra şefkatli şortayla başbaşa kalmış buluverirseniz kendinizi, bilin ki size çay kahve ikram etmeyeceklerdir. Neler yapacaklarını beraber görelim;

-Kırmızı ışıkta geçmek: 300 ytl para- 3 gün hapis, tekrarında: 600 ytl para- 6 gün hapis

-Tek yönde,ters yöne girme: 300 ytl para- 3 gün hapis, tekrarında: 600 ytl para- 6 gün hapis

-Aşırı hız: 300 ytl para- 3 gün hapis, tekrarında: 600 ytl para - 6 gün hapis

-Park yasağı olan yere park etme: 150 ytl para- 3 gün hapis, tekrarında: 300 ytl para- 3 gün hapis

-Ehliyet taşımama: 100 ytl para, tekrarında: 300 ytl para

-Süresi dolmuş ehliyet kullanmak: 100 ytl para, tekrarında: 300 ytl para

-Geçerli ehliyeti olmamak: 300 ytl para, tekrarında: 300 ytl para

-Tescil süresi geçmiş araç kullanmak: 150 ytl para- 3 gün hapis, tekrarında: 300 ytl para- 3 gün hapis

-Yasak bölgeye girmek: 300 ytl para- 3 gün hapis, tekrarında: 300 ytl para 3 gün hapis

-Kaza mahalinden ayrılma: 300 ytl para- 3 gün hapis, tekrarında: 300 ytl para- 3 gün hapis

-Dur ihtarına uymamak: 100 ytl para- 3 gün hapis, tekrarında: 300 ytl para- 3 gün hapis

-Pervasız araç kullanımı: 500 ytl para- 20 gün hapis- 20 kırbaç, tekrarında: 1000 ytl para- 20 gün hapis- 20 kırbaç- araca el koyma

-Pervasız araç kulanımına eşlik etme: 1.700 ytl para- 20 kırbaç, tekrarında: 1000 ytl para- 20 gün hapis- 20 kırbaç.


Aman diyim gelip giderseniz çok dikkat edin. Benden sölemesi :)

31 Mart 2008

Cennet-ül Baki

Hatırlarsanız bir ara sizlere Mekke'deki Cennet-ül Mualla kabristanından bahsetmiştim. Bu kez de Medine'deki Cennet-ül Mualla kabristanından bahsetmek isterim. Alttaki resimde kabristanın neresinde kimlerin yattığı anlatılmış. Bana söyleyecek pek bir şey kalmamış aslında. Ama resimler benden.:) Cuma günü yaptığımız Medine ziyaretinde sizler içinde resimler çektim. Buyrunuz..

Cuma namazının akabinde açıldığı için muazzam bir kalabalık vardı.

İnsanlar kabirlerin etrafında fatiha okurken, güvercinlerde kabirlerin üstünde yürüyerek dualarını okuyorlardı.

Bayanlar dışardan bakabildiler sadece.


Defnedilecek cenazeleri hazırda bekleyen boş mezarlar.

Kim bilir kimlere nasip olacak Efendimizin yanıbaşında yatmak.


Ruhlarına el fatiha...