30 Ağustos 2007

gözlerimi gezdiriyorum etrafımdakilerde, derinlere doğru..
derinler benim de akıbetimi saklıyor daha derinlere doğru..


hazırmısın diyor, hazırmısın senden olmayanı vermeye
hazır ol! unutma gireceğin çukuru

22 Ağustos 2007

KİMSELERE DİYEMEDİM

Öyle çok pazarlık ettim ki Seninle ey Rabb’im. Sen çağırınca, kendime ayırdığım vakitlerden çalındığını düşündüm. Ezan okununca, sevdiklerimle geçirdiğim zamanların azalmasından korktum. Vakit girince, içim “cız” etti hep. Odamdan uzaklaştım, bıraktım işimi, bozdum keyfimi; öylece namaza durdum. Ayak diredim, “az sonra kılsam da olur!” dedim. “Az sonra”larım “çok sonralar”a döndü, geç kaldım, geç kalmaktan utanmadım. Sonunda ayaklarımı sürüye sürüye vardım huzuruna. Pazarlığımı vaktin daralmışlığını bahane ederek yeniden ileri sürdüm. Kaçıyordu namaz ya; o yüzden çabucak kıldım, selam verdim, hemen kalktım, rahatladım. Oysa rahatlığı Sana borçluyum. Ağrımayan her bir dişim kadar huzur borçluyum Sana. Damarlarımın her bir noktasında pıhtılaşmayan kanım kadar sükûnet borçluyum Sana.Dişlerim ağrıyacak olsa her biri için harcayacağım zaman Senin. Kanım pıhtılaşıp damarlarım tıkanacak olsa, her defasında ızdırap ve korkuyla geçireceğim saatlerin hepsi Senin...
..Gün oldu; usandım. Sabrımı tükettim; tükendim. Kendimi yontmaya heveslendim. Benden istediğin zamanı çok gördüm. Benden istediğini, benim için istediğini bile bile, huzurunda huzursuz durdum. Fazla buldum namazın rekatlarını; kısaltmak için bahaneler aradım. Günümü delik deşik etmeni, işimin arasına kesintiler sokmanı, hayatımın ortasına duraklar koymanı, uykumu bölmeni lüzumsuz gördüm. “Beni bana bırak!”larla durdum huzuruna; içim başka bir yerlerin türküsünü söylerken, ben seccadende, belki sadece bedenimle, mıhlı kaldım. Oysa Sen, dileseydin dar edebilirdin zamanı bana! Bir uçurumun dibine savrulmuş bir arabada çaresizce Sana yalvartıyor olabilirdin beni. Korkulu bir savaşın orta yerinde ateş ve kan kusan bombaların altında günümü de, işimi de, uykumu da, hatta rüyalarımı da delik deşik etmelerini takdir edebilirdin. Düşmeyen bombalar kadar, uçuruma savrulmayan arabalar kadar genişlik borçluyum Sana...
İçten pazarlıktı benimkisi. Öyle içten ki kendime bile söyleyemedim. Gözlerimle birlikte gönlümü de secdene kilitlemeyi çok gördüm. Kendimi sıfırlamayı, benliğimi hiçe indirgemeyi beceremedim. Ensemde kaderin sıcacık nefesini hissedecek o teslimiyetin vadisine inemedim. Acelem vardı; alnımı koyduğum gibi kaldırdım seccadeden. Bütün benliğimle aşağı inemedim. İşim vardı, secdemi işime zaman kazandım. Secdeye kalbimi de sığdırmaya çalışmadım. Uykum vardı, secdemi sığ bırakıp uykumu derinleştirdim...
İtirafımdır; Bencilliğimi de sırtıma alıp rükûlarda eritemedim. Bedenim eğilirken huzurunda, “emrolunduğum gibi dosdoğru olma”nın ağırlığını sırtıma almayı erteledim. “Sırası değil!”di; “hele dur; sonra da olur!”du. En Sevgili’ni bir gecede ihtiyarlatan emri üzerime alınmadım :((
Sen dileseydin, çocuğumun cılız nabızlarının eşliğinde, loş ve neşesiz bir yoğun bakım odasında, gözümü de gönlümü de, umutsuzca, çaresizce, ürpertiyle, korkuyla bir monitörün ekranına kilitleyebilirdin. Dileseydin, yeryüzünün sükûnetini bir anda kesip, küçücük bir duvar kıpırtısının gölgesinde, mini mini bir sarsıntının beklentisi içinde saçlarıma aklar düşürebilirdin.
İçten pazarlık mı denir buna? Sen bilirsin Seninle ettiğim pazarlığı. Kendime sakladığım ve hatta kendimden de sakladığım sır bu. Dilime bile değdirmekten korktuğum, ağzıma almaktan utandığım öyle bir sır işte. Fısıldaması bile acı veriyor ya… Meselâ, uzayınca Fatiha, uzayınca sûre, heceler sanki özgürlüğe giden yolu taşlar gibi kestikçe, “bitmez şimdi bu namaz!” dediğim çok oldu. Ama içimden. Kimseler duymadı.
Bir Sen duydun beni ey Rabb’im. Sırrımı bir Sen bildin. Kendimi lüzumsuz hissederken seccadenin üzerinde, dudağım anlamına yetişemediğim kelimeler için oynarken, Sen beni söylediğimden fazlasıyla duydun, söyleyemediğimi de, dile getiremediğimi de bildin. Ruhumu alıp uzaklara gittiğim halde, bir bedenimi bıraktığım halde huzurunda, kovmadın beni, yakınlığında tuttun...
İtirafımdır; öyle anlatıldığı gibi özleyebilmeyi beceremedim henüz namazı… “Aradan çıkarmaya çalıştığım” oldu namazı. Geçiştirdim utanmadan hem de... Bir “sorun”du çözdüm, hallettim. Selam verip sonra yaşamaya başladım… Yaşamayı namazın içinde aramalıydım. Namazı yaşamanın içine sızdırmalıydım oysa. Bilemedim:( ...
Kafa tuttum, ayak diredim, pazarlık ettim; ama Sen utandırmadın, yine yine yine huzuruna aldın beni. Her secdede rahmetinle okşadın alnımı. Her rükûda “aferinler” fısıldadın gönlüme. Her vakitte yeni bir sayfanın aklığına çağırdın ruhumu. Yüzüme vurmadın. Azarlamadın. Aşağılamadın. Hepten umut kesmedin benden. Yok saymadın. Utandırmadın...
...Pazarlık ettiğimi Seninle bir Sen bildin ey Rabb’im. Kimselere söylemedin. Sırdaşım Sensin, bir Sana açabilirim içimi, bir Senin beni ayıplamandan korkmam. Ben işte böyleyim; yine “bana ait”lerin hesabındayım. Başka kime söyleyeyim? Başka kimin anlayışından medet umayım?

15 Ağustos 2007

"Emir" deyip geçmeyin

Tatil için annemin yanına geldim bir ay önce. tatil için dediğime bakmayın lafın gelişi öyle diyorum.tatil falan yaptığımdan değil yoksa, bilakis anneminde dediği gibi annemlerin tatilini de engellemiş oldum :) ben burdayken ablamlarda geldiler, bir kaç gündür kardeş kardeş oturuyoruz..biz kardeş kardeş oturuyoruz da, ablamın Emir adında bir oğlu var ki, Emir deyip geçmeyin. maşaallahı var çocuğun ya.bilirdim de bu kadarını bilmezdim. ablacım kusura bakma ama oğlun çooooooook hareketli..(aslında yaramaz demişdim de ablam sildirdi, Peygamberimiz "çocuklara yaramaz demeyin" demiş) annemin bile başını döndürüyormuş, kendisi diyor :) ayrıca hep kızımı ağlatıyor. tamam betülde biraz mızmızlık yapıyor ama senin oğlun da kızıma nefes aldırmıyor yani. ne bu canım aaaa:)) betül elini neye atsa emir de betülün üstüne atlıyor, neymiş efenim kızımın elindeki bebeği istiyormuş. bir kere bebek zaten kız oyuncağı...herkes kendine göre olan oyuncakla oynasın. haksızmıyım ama.. bir şey değilde, annem ikimizi de kapının önüne koyacak diye korkuyorum. çoluk çocuk kalırız sokakta mazaallah,bizi sokakta gören olursa Allah rızası için sahip çıksın bu gariplere..:)

12 Ağustos 2007

Allah rahmet etsin

Faniyim fani olanı istemem.Acizim aciz olanı istemem.
Ruhumu rahmana teslim eyledim gayri istemem.
İsterim fakat bir yar-ı baki isterim.
Zerreyim fakat bir şems-i sermet isterim.
Hiç ender hiçim fakat bu mevcudatı umumen isterim.


Bu dünyada ebedi kalacağım sanıyorum. Ölüm hep başkalarına var, bana yok sanıyorum. Azrail hep diğer insanların ruhunu alacak, benim ruhuma karışmayacak sanıyorum.Hep başkalarına yakıştırıyorum kefeni. Ben toprağa girmem sanıyorum. Benim sanıyorum bu bedeni, verenin şüphesiz ki geri alacağını unutuveriyorum.Ancak bir ölüm haberi duyunca ayıkıyor gafil kafam..

Eşimin bir iş arkadaşı..Eskiden casinoculuk yaparmış.Casinoculuk yasaklandıktan sonra da inşaat işine girmiş. Namaz kılmazmış ama arada umre yaparmış.Sekiz yaşındada bir oğlu varmış.

Dün, iznini kullanmak üzere Türkiyeye gelmiş ve akşam, evinde kalp krizi geçirerek rahmetli olmuş. Rabbim ailesiyle vedalaşması için izin vermiş sanki..O kadar yoldan gelmiş, hanımını oğlunu görmüş ve ruhunu teslim etmiş.

Allah taksiratını affetsin, hasenatını muzaaf etsin.Mekanını cennet etsin. Bizlere de iman-ı kamil ve hüsn-ü hatime nasip etsin. Amin



Biliyorum Rabbim! Bu dünyaya ait değil yüreğim... ne toplayıp tası tarağı dünyadan ayrılabiliyorum, ne de dünyaya tamamiyle taşınabiliyorum... böyle çelişkilerde... işte böyle savruluyorum.. Biliyorum...Yüreğime rahmeti sekinetini indireceksin... ne zaman? sabırla bekliyorum...

10 Ağustos 2007

Gel Ey Muhammed! Bahardır..
Dualar ardında saklı aminlerimiz vardır
Hacdan döner gibi, miraçdan döner gibi gel..gel..
Bekliyoruz yıllardır



Gıyaben dua makbul imiş

Sahib-i Miraç böyle demiş
Namaz mü'mine miraç imiş
Kalbi titreyen, gözler yaşartan, avuç açan kullarına
Rabbim mağfiret et


KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN

Allah bir daha düşürmesin

Geçen gün oğlum ateşlenmişti. tanıdık bir çocuk doktorunu aradık. şehir dışındaymış. ama mutlaka bir doktora gösterilmeli dedi. aslında çok ciddi bir şey olduğunu düşünmüyordum. sonradan da pişman olmayayım diye doktorun tavsiyesi üzerine evimize çok yakın olan üniversite hastanesinin aciline götürelim dedik, demez olsaydık keşke..diyeceğim ama keşke demek de doğru değil. herşey kader kısmet..göreceğimiz varmış.


Hastaneye girdik, şikayetlerimi söyledim ve pratisyen doktorlar muayene etmeden tecrübe edinmek için taze bir malzeme bulmuş gibi çocuğun üzerinde deney yapıyorlardı. şaşkınlık ve endişe içinde bakakalmıştım.yanımda ablam vardı. o benden daha kuvvetliydi.ben asık suratlı doktorlara çocuğun nesi var diye sormaya bile çekinirken ablam sormuştu ve cevabını da almıştı :) insanı döver gibi konuşan ilgisiz ve bilgisiz doktorlar çocuğun etrafında dolanıp duruyorlardı. belki otuz tane tahlil istediler. ateşten götürdüğüm çocuğun ateşini ölçmek dört saat sonra akıllarına geldi. film çektiler. ama çektikleri filmden bir şey anlamadılar. ablam "nedir durum, biraz bilgi verseniz " deyince sinirlenen doktor hiç çekinmeden "çocuğunuzun durumu çok ciddi ameliyat olması lazım, hemen yoğun bakıma almamız lazım" dedi. bunu duyunca dünya başıma yıkılmıştı sanki. az sonra dedesi de gelmişti hastaneye, çocuğun durumunu sorunca doktorlar " elli kişiye bilgi veremeyiz annesine veririz sadece" dediler. sonrasında ufak bir tartışma...




Saatler sonra bana bilgi vermek için odaya giren doktorlar odayı boşaltmak istediler. dedesi ve teyzesi dışarı çıkacaklarmış. böyle bir saçmalık ilk defa görüyordum. yine ufak bir tartışmadan sonra lafda doktorlar sinirlenip daha önce de yaptıkları gibi bilgi vermeden odadan çıkmışlardı. ben hala oğlumun nesi olduğunu bilmiyordum. aslında artık öğrenmek de istemiyordum. tek istediğim elimizi verip kolumuzu kaptırdığımız bu hastaneden kurtulup çocuğu başka bir doktora götürmekdi. en sonunda bu hastanede çalışan bir tanıdık doktorla irtibata geçerek şikayette bulunduk ve sonunda ordan kurtulduk.




Saat 12'de gitmiştik hastaneye, saat 6 olmuştu ama ben çocuğun ameliyat olması gerektiğinden başka hiç birşey bilmiyordum.nihayet ambulansla kendi istediğimiz bir doktorun özel muayenehanesine bıraktılar. daha öncede telefonda durumu anlatmıştık doktora, o da üniversiteye güvenmiyor olsa gerek ki, başka bir yere gitmeyin, önce ben bir çocuğu göreyim dedi ve gördü.




Elhamdulillah çok şükür Allah'a ki sözde doktorların bahsettikleri hiçbirşey doğru değilmiş. son derece sağlıklı bir çocuk olduğunu söyleyen özde doktor kalbimi rahatlattı çok şükür.




Sözde doktorlara kalsa çoktan çocuğu kesip biçmişlerdi..her nekadar sinirimi bozsalarda benim için önemli olan oğlumun sağlığı..Allah kimseyi bu ve bunun gibi hastanelere düşürmesin.sağlam insanı hasta eder böyle doktorlar. bu da bana çoook büyük bir tecrübe oldu. bir daha üniversiteye gitmek mi.. allah korusun.




Ben bunları yazarken geçmiş olsun demek için arayan bir arkadaşım da benim gibi cahillik etmiş ve bir gün aynı hastaneye gitmiş. doktorların dediğine göre bütün beyin damarları tıkalı gözüküyormuş :))



Sen ölmüşsün de ağlayanın yok arkadaşım:)

7 Ağustos 2007

yürüyen cenazeler

dün biraz mecburiyetten birazda keyfi olarak kısa süreliğine çarşıya çıkmıştım. uzun zamandırda çıkmıyordum. birazda onun etkisinden belki; feci bir halet-i ruhiye içinde mahkum gibiydim..çıkmak istiyordum ama mümkün değildi. nereye baksam yürüyen cenazeler dünya telaşı içinde ordan oraya koşuşturup duruyorlardı. tam da, "napıyor bunlar böyle, herkes boş işler peşinde koşuyor..nedir bu insanların hali" derken dönüp kendime bir baktım..bir yürüyen cenaze de benmişim meğer..irkildim birden ve kendime: " sen de uyan, herkes gibi öleceksin " dedim.



"her nefis ölümü tadacaktır"

2 Ağustos 2007

herkese selamlar

özlemişim buraları.uzuun zaman oldu..diğer blogları da gezemiyordum, bir bakınayım bari kimler neler yapmış..benim gibi ihmalkarlar varmıymış. bloguma girip de geri geriye dönen arkadaşlardan özür dilerim. kusura bakmayın lütfen. yakın zamanda tekrar görüşmek üzere..
sağlıcakla kalın......